14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2749
Okunma

Doktor böbreklerin tamamen iflas etmiş dediği anda tüm dünyası yıkılmıştı!
Ama kendisine uyacak bir böbrek nakliyle tekrar eski sağlığına kavuşabileceğini öğrenmek içini biraz olsun rahatlatmıştı.
Doktor öncelikle yakın akrabaları araştırmasını istedi. Anne ve babasıyla kanları uyuşuyordu. İçinde büyük bir mutluluk ve ümitle önce annesine gitti durumu anlattı. Böbreğini verip veremeyeceğini yoksa yaşama şansının kalmadığını anlattı. Anne ve babasından ise hiç beklemediği karşılığı almıştı!
Her ikisi de yaşlı olduklarını ve ameliyat masasında kalmaktan korktuklarını söyleyip veremeyeceklerini dile getirdiklerinde içindeki büyük ümit parçalanmıştı. Annesi giderken peşinden sesleniyordu ;” Ağabeyinin kan gurubu da seninkiyle aynı ona git!”
İçinde büyük bir boşluk ve kırgınlıkla ağabeyine gitti. Durumunu anlattığında yengesi ağabeyinden önce atıldı ve “Ben yarım bir koca istemem!” dedi. Ağabeyi ağzını bile açamadı o tepki karşısında. Kardeşini seviyordu ama eşini de üzmek işine gelmezdi açıkçası. Belki eşi tepki göstermese böbreğinin birini seve seve verebilirdi. Yengesi anne ve babasından neden istemediğini sordu imalı imalı!
Sesini çıkaramamıştı!
Yolda rast gele yürürken yengesinin sözleri yüreğinin içine şap gibi oturmuş nefes aldırmıyordu.
Ne demişti yengesi?
“Ben yarım koca istemem!” böbreğinin tekini verince yarım mı olunuyordu? Eğer öyleyse karısının gözünde o çoktan ölüydü.
Başka neler demişti yengesi?
“ Annenle baban yaşayacakları kadar yaşamışlar. Bundan sonra dünyaya kazık mı çakacaklar?”
Daha fazla kendini üzmek istemediği için beynindeki düşüncelerden sıyrılmaya çalıştı.
İki kız iki oğlan dört kardeştiler. Kendisi ikinci sıradaydı. Ağabeyinden böbrek alamamış ama kardeşleri ona kıyamazlar, kesin verirlerdi.
İçinde yeniden umut gülleri açtı!
Kardeşleri uzak şehirlerde oldukları için telefon açmayı düşündü önce ama daha sonra onları ne kadar özlediğini fark edince yanlarına gidip sormayı planladı.
Evde eşi dört gözle doktor neticesini merakla bekliyordu. Kocasına ne olduğunu sorduğunda kocası gün boyu yaşadıklarını içinde acıyla anlattı.
Karısının gözlerindeki hayal kırıklığını görmektense ölmeyi dilerdi şu an!
Kocasına pek belli etmemeye çalışsa da bir ömür diyalize bağlı yaşayacak, belki de ölüm bir nefes kadar yakınında bir insanla nasıl yaşayacağını düşünmeden edemiyordu.
Tamam! Belki eşini seviyordu ama daha yaşı gençti ve ilerisini de düşünmek zorundaydı.
Daha sonra tüm bunları düşünmek için erken olduğuna ve görümcelerinden gelecek cevaba göre hareket etmesinin daha doğru olacağına karar verdi.
Kardeşlerinden biri İzmir’de oturuyordu. Öncelikle elinde hediyelerle ona gitti.
İki kardeş bir birlerini çok özlemişlerdi. Hasretlerini gidermek için uzun uzun sohbet ettiler.
Konuya nasıl gireceğini bir türlü bilemiyordu!
Sonunda uzatmanın bir anlamı olmadığına eninde sonunda söylemesi gerektiğine karar verdi.
Kardeşi yıkıldı duydukları karşısında ama kendisinin de böbreklerini veremeyeceğini artık hamile kalmak ve çocuk doğurmak istediğini söyledi. Bu habere sevinmekle birlikte bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı!
Eşini ve henüz bir yaşında ki oğlunu düşündü. Kendisine bir şey olursa onların tek başlarına ne yapacaklardı. Hem oğlu babasız büyüsün istemiyordu.
Son bir umut Ankara’ya diğer kardeşinin yanına gitti!
Ona da olanları anlattığı zaman kardeşinin böyle bir şeyi asla kabul edemeyeceğini, kariyerinin en iyi noktasında ameliyatla uğraşamayacağını işitti. O ameliyata gidince yerinde gözü olan dünya kadar insan vardı ve o bu riski göze alamazdı.
Benden daha mı değerli kariyerin diye soracak oldu ama daha lafını bitirmeden aldığı cevapla şok oldu.
İstanbul’a dönerken otobüsün camına başını dayamış boş gözlerle etrafına bakıyordu. AŞTİ sanki bugün her zamankinden kalabalık ve gürültülü geldi. Geçen sefer geldiğinde bu kadar karmaşa ve ses yoktu sanki? Ya da o geçen sefer kendilerini uğurlamaya gelen kardeşiyle son geçirdiği zamanları daha iyi değerlendirebilmek için bu kadar dikkat etmemişti.
Herkes ne kadar mutluydu!
Kimisi sevinçten, kimisi sevdiklerinden ayrılacağı için ağlıyordu.
Boşuna ağlamayın bu iyi günlerinizde birbiriniz için. Asıl hakiki dostluk hastalığında çıkıyormuş insanın diye düşünüyordu.
Kardeşinin sözleri halen kulaklarında yankılanıyor beynine saplanıyordu!
“ Bu günkü kadar rahat ve konforlu yaşamımı sunmayı bana garanti edersen böbreğimi vereyim. Ama sen bu garantiyi veremezsin ki! Kusura bakma hiç kimse için kendi geleceğimi yakamam!”
Kendisi en ufak sıkıntılarında hep ailesinin yanındaydı. İşte şimdi kendisinin onlara ihtiyacı vardı ama etrafında onlar yoktu. Yapayalnız hissetti kendini ve okyanusta bir kum tanesi gibi; yolunu şaşıran!
İstanbul’a geç saatte ineceği için arkadaşına rica etmişti kendisini karşılamasını. Sağ olsun o da bir dediğini ikiletmemiş gelmişti almaya.
Gözlerle arkadaşını ararken eşini aradığı ve olanları anlattığı zaman eşinin sesindeki soğukluğu ve işim var sonra ara sözlerini düşündü. İçinin üşüdüğünü hissetti bir an!
Arkadaşı merakla nereden geldiğini ve kaç gündür nerede olduğunu, merak ettiğini söyledi.
“Bir yerler de bir şeyler içelim mi?” dedi. Dertleşmeye ihtiyacı vardı.
Doktora gittiği günden bu zamana kadar yaşadıklarını anlattı tek tek. Şu anda ondan başka dostu kalmamıştı şu koca dünyada. “Utanmasam omzunda ağlayacağım” sözüne karşılık arkadaşı “Omzum her zaman senin” karşılığını vermişti.
Ertesi gün arkadaşı doktorunun yanına gitmişti alelacele.
Önce kendini tanıttı ve böbreğini vermek istediğini söyledi.
Tahliller yapıldı, tüm değerlerin ve şartların tuttuğu görüldü. Buna çok sevindi. Bir insanı yeniden hayata bağlayacaktı. Üstelik o insan canından bile çok sevdiği arkadaşı, en önemlisi ilelebet birbirlerine söz verdikleri dostuydu.
Her ikisinin tanışmaları ortaokul yıllarına rastlıyordu. Soğuk bir kış günü ayağında yırtık ayakkabıyla okula gelmişti. Tüm çocuklar onunla alay ettikleri için ertesi gün okula gitmemek için direnmiş ama babası okuyup adam olacaksın ve benim gibi sürünmeyeceksin inşaat köşelerinde deyince babasını kırmamak için gitmişti. Daha okulun bahçe kapısından girmeden arkasından bir el çekmiş ve ayaklarına doğru uzattığı ayakkabıyı giydirmeye çalışıyordu. İstemeden de olsa o ayakkabıları giymiş, yine arkadaşının getirdiği eski de olsa kendi paltosundan çok daha kalın ve iyi durumda olan paltoyu giymişti. Vücudu ve kalbi artık sıcacıktı. O güne kadar aynı sırada olmalarına rağmen hiç konuşmayan o iki öğrenci daha sonra ki günlerde de pek konuşmamışlar ama bakışarak birbirlerine çok şey anlatmışlardı.
Şimdi her ikisi de üniversite bitirmiş ve durumu iyi insanlardı. Aralarında kan bağından daha güçlü bir bağ vardı; o da dostluk. Bir bakışlarından bile çok şey anlarlardı. Arkadaşı evlenmiş ama kendisi ailesinin de sorumluluğunu aldığı için evlenememişti. Anne ve babasını kaybettiği zaman içindeki boşluğu fark etmiş ama kendince evlilik defterini kapattığı için bir daha açmaya yeltenmemişti. Belki de onu evlenmeye ikna edecek bir insan çıkmamıştı karşısına kim bilir!
Arkadaşına, dostuna şimdi ne yapsa az kalacaktı!
Doktor kendisiyle konuşmak istediğini söylediğinde bir anlam verememişti. Şartlar uygunsa naklin bir an evvel yapılmasını istiyordu.
Doktor endişeli gözlerle “ Sizin de böbreğinizin teki yarı performansla çalışıyor. Diğer sağlamı alırsak siz ne yapacaksınız. Bunu kabul edemeyiz.” Sözlerine karşılık yüzünde gülümseme belirdi.
“ Bakın doktor bey;
O benim kardeşimden öte. Bu nasıl bir duygudur siz bilemezsiniz. Şu anda deseniz ki bana arkadaşına kalp lazım, seve seve veririm.
O benim bu dünyada sahip olduğum tek gerçek dostum. O ölümle burun burunayken ben zaten yaşayamam ki!
Hem benim yolumu gözleyen, akşamları nerede kaldın diye merak edenim yok! Oysa onun bir eşi ve ona muhtaç bir oğlu var. Ben bu güne kadar ona olan vefa borcumu nasıl öderim diye kıvranır dururdum. İşte şimdi sevdiğimi ve gerçek dostu olduğumu ispatlamanın zamanı!
Bana bu can zaten ağır gelmekte tek başına. Siz gelin şu sağlam böbreğimi alın da benden daha çok ihtiyacı olan dostuma nakledin!”
Doktor şaşkınlık içinde anlamsızca bakıyordu. Bu nasıl kuvvetli bir bağdı ki en yakın akrabaların bile sağlamken kıskandıkları organı, sadece arkadaşım, dostum diyen biri; üstelik ölümünü göze alarak vermek istiyordu.
Doktor başını dosyaya gömmüş ne yapması gerektiğini düşünürken tekrar seslendi;
“ Siz gerçek dostluğun ne anlama geldiğini biliyor musunuz doktor?”