9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
976
Okunma

Arkadaşım, kafasına estikçe yazar e-posta ile gönderirdi ama bu seferki kadar öfke dolu postasını almamıştım bu zamana kadar.
Şöyle diyordu:
“Çok asabileştim.
Bazen bulaşık yıkarken elimde yıkamakta olduğum tabağı bir ötekine vurup, kırıyorum.
Dün sabah - ilk kez kahvaltı hazırlarken kendime- bir karasinek, çorapsız bacağıma kona-kalka hayli rahatsız etti. Sonra iki ayağımın tam ortasına, halıya konduğunu gördüm. Elimde kavanozda reçel vardı. Üzerine boca ettim. Ama uçup, kurtuldu. Öfkem, sineğe miydi, kendime mi; bir süre öylece ayakta düşündüm. Analiz ettim ki tek şeye değil, çok şeye…
Neden böyleyim ben?
Her sabah öfkeyle başlıyor.
Öfkem, önce kendime. Neden yatağa geç girdiğimi yargılıyorum.
Sonra, ara vermeksizin, “Gevreeek!” diye o tiz sesiyle bağıran simitçiye, yasak olmasına rağmen, “Sabah sütü geldi!” diyen, sütçüye.
Aksiliğim bu ikisinin sabah sabah benim tepemi attırmasından mı?
Egoizmi tepeden tırnağa sarınarak evden çıktığımı hissediyorum. Çatacak insan arıyorum. Çevremdekiler bu halimi seziyor olmalı tek tek uzaklaştılar benden.
Herkes birbiriyle konuşuyor, gülüyor, şakalaşıyor; öyle toleranslılar ki cadde ortasında top oynayan çocuklara bile gülümseyerek caddenin kendileri için tehlikeli olabileceğini, kuralsız sürücülerin son zamanlarda arttığını söylüyor sabırla.
Öfkemin kaynağı sorumsuz eşimden boşanmış olmam mı?
Çocuklarımdan birisinin olsun babasının lâfına bakıp, aramaması mı?
Yoksa her üçünün de babaları gibi bir karaktere sahip olacakları endişesinden mi?
Bu endişemi boşanmazdan önce de hep taşımıştım, şimdi daha da arttı.
Tavsiyelerinden birisini denedim bir ay süreyle. Günlere katılmamı söylemiştin ya…
Ne tahammül edilmez kadınlardı onlar öyle.
Pasta, börek, çörek, çiğ köfte ve sayamayacağım kadar abur-cubur. Ye ha ye.
Sonra da yaptıkları sabah yürüyüşlerinden, fitnes salonlarından, saunadan bahsetmeleri…
Hemen her o özel günde, o gün için aldıkları elbiseleri birbirine göstermeleri…
Falanca, filanca yere kuaför salonu açmış; şöyle iyiymiş, böyle iyiymiş…
Baktım; rahatlayacağım yerde hepten strese giriyorum, katılmıyorum artık.
Neden yalnızlığa hapsettim kendimi?
Stresim bir ele, bir tene, bir erkeğe mi?
Ruhumdaki fırtınalardan arınıp da tenimin açlığını düşünecek halde değilim ki bir karşı cinse ihtiyaç duyayım...
Akşamları dünü ve bugünü kafamdan siliyor, yarınlara bakıyorum.
Önce dünyaya acıyorum.
Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısı yetmezmiş gibi şimdi de 500 penguen kıyıya vurup ölmüş. Midelerinden bir şey çıkmamış. Sebebin insanlar mı olduğunu düşünüyormuş geri zekalılar.
Sonra,
Aynı topraklar üzerinde kader birliği etmiş, aynı yaradana, kitaba inanan, ibadet ederken dirsek dirseğe gelen, çoğu birbiriyle hısım olan insanlarımızın yıllardır birbirlerine düşman edilmeye çalışmaları ve terörden muzdarip olmaları,
Barıştan bahsedip de kendileri barışık olmayan, bu konuda mangalda kül bırakmayan söz sahibi sıfatındaki insanlar geliyor aklıma.
Silahlı kuvvetlerin meclis iradesine meclistekilere asla müdahale edemeyeceği söz konusu edildi ve referanduma sunulacak anayasada bu da var.
Gör işte;
Nasıl her üçü birden bu konuda mutabık olduklarını söyleyiverdiler.
Tartışmasız hem de.
Bir de bunu anayasaya koymadan önce toplumumuza sorsalardı ya..
Şimdi soruyorum:
Bir iktidar partisi yöenetmelik ve tüzüklerle vatandaşın hal-hareket-tavır-kılık-kıyafetini düzenlemeye kalksa, bu topluma baskı olmaz mı?
Güvenlik güçleri bir nevi toplum huzurundan sadece iktidarın izin verdiği yan-yön ve sürede sorumlu.
En çok da bunlara acıyorum.
Nelerine mi?
İnsanlıklarına…”
Arkadaşımın kendisine değil, başkalarına acıyor duruma gelmiş olması iyileşeceğine işaret ediyor.
Yüksel ÖNAÇAN
Okunacak şairlerden bir diğer şair: Hakan İlhan KURT