10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
756
Okunma

_ Aynur Hanım; tüm tetkikleri yaptık. Eşinizin hayati faaliyetleri normal! Kalp atışları da düzenli! Şu an derin bir uykuda sanki ve uyanmak istemiyor gibi. Işığa tepki veriyor ama…
_ Neden halen gözlerini açmadı öyleyse? Kendine gelmesi ve yeniden aramızda olması için ne gerekiyorsa yapın lütfen.
_ Gerekli tüm müdahaleyi yaptık. Bundan sonra beklemekten başka çaremiz kalmadı.
İki gündür uyku uyuyamamıştı Aynur. Eşini baygın vaziyette masasının başında görünce çok korkmuştu.
Eşini ambulansla hastaneye göndermiş, kendisi arkadan Cansu’yu da alarak hastaneye gitmişti.
İlk kez eşi için endişeleniyor, ya birde ona bir şey olursa diye çok korkuyordu. Bu endişesi onu çok sevdiğinden mi, yoksa kızının babasız büyümesini istememesinden mi bilemiyordu.
Duygularını tartacak kadar kendine gelebilmiş değildi.
“Galiba daha çok acıyorum ona” diye geçirdi içinden.
…………………………………………………………………………………..
Doktor; Aynur’un yapabilecek bir şeyi olmadığını, hiç değilse eve gidip biraz dinlenmesi gerektiğini söylemişti. İlk başta kabul etmese de elinden bir şey gelmediğini biliyordu.
Çaresiz hem dinlenmek, hem de kızıyla biraz vakit geçirmek için eve döndü.
Biraz dinlenirim zannetmişti ama daha yatarken kâbuslar görmeye başlamıştı. Yatağından kalktı; Cansu da uyuyordu hâlâ.
Çalışma odasına gitti. Eşini baygın bulduğu an geldi gözlerinin önüne. İyi ki gürültüyü duyunca koşup gelmişim dedi içinden.
Masanın üzerini olduğu gibi bırakmış, gündelikçisine de odaya kesinlikle girmemesini tembihlemişti. Kocası masasının kurcalanmasından hoşlanmazdı.
Hiç değilse dökülen mürekkebi temizlemek istedi. Mürekkebe boyanmış kâğıtları çöpe attı. Kalan kâğıtları düzeltmek isterken bir dosya dikkatini çekti. İçinde birçok notlar vardı özensizce yazılı. Sayfaları öylesine geçerken ayrı bir dosya içinde not alınmış yazılar dikkatini çekti. Belki de büyük harflerle ve altı birkaç kez karalandığı için dikkatini çekmişti. Okuyup okumamak arasında karasız kaldı ama sonra merakına yenik düştü ve okumaya başladı.
………………………………………………………………………………………….
“Ölümsüz Ruhlar” kitabımın ismi olacaktı.
Bu ismi bulduktan sonra sıra karakterlerini belirlemeye geldi.
Kitabımın ana karakteri babasına aşırı derecede düşkün olan Burak.
Babası Burak’ın gözleri önünde öldürülmüş ve girdiği bunalımdan çıkmak için, annesinden de destek bulamayınca bir arkadaşının vasıtasıyla “Ölümsüz Ruhlar Tarikatına” katılmış.
İkici karakterim bir cinayet dedektifi ve onun yardımcısı.
Her ne kadar polisiye roman diye düşünmüş olsam da içinde aşk olmayan roman olur mu?
Dördüncü karakter de Burak’ın annesi.
_ Kitabını neden bu kez polisiye türünden seçtin?
_ Şimdiye kadar genellikle psikolojik ağırlıklı oluyordu romanlarım. Sanırım kendimi kanıtlamak ve her alanda iyi yazacağımı göstermek istedim. Hatta komedi tarzında bile yazdım. Bu kez denemediğim bir tür olsun istedim işte!
_ Bakıyorum da artık daha sakinsin.
_ Aslında şimdiye kadar ki tüm öfkem kendimeymiş bunu anladım.
_ Kendine mi?
_ Ne o şimdi de sen mi soruyorsun şaşırmış gibi? Hani aslında bendin?
_ Sadece seni sınamak istedim.
_ Sınamak?.... Biliyor musun kendimi şimdi hafiflemiş hissediyorum. Üzerimden sanki tonlarca ağırlık kalkmış gibi.
_ !..
_ Benim tüm öfkem kendime ama bununla birlikte ailemeymiş. Babaannem, dedem, annem, babam, dadım, öğretmenlerim. Sanki bana dünyanın merkeziymişim gibi davranmışlar. Birçok çocuğun hayalidir belki ama benim değildi. Ben de arkadaşlarım gibi sokaklarda koşturmak, üstümü başımı çamurlamak ve hatta maç yaparken ayakkabılarımı yırttığım için babamdan dayak yemek isterdim. Bir insan dayak yemek ister mi? Ama ben isterdim. Hiç değilse böylelikle insan olduğumu hissederdim.
Babaannem sürekli köklerinin ne kadar asil olduğundan, kendisinin tam bir leydi gibi yetiştirildiğinden söz eder dururdu. Büyük büyük dedelerini ve onların hayat hikâyelerini ezberletirdi bana. Dedemi küçümser ve ailesine asla yakışmadığını söylerdi. Babası olmasaymış dedemle asla evlenmezmiş ama dedem babasının hayatını kurtardığı için minnet borçluymuş ona. Babaannemi zorlamış dedemle evlenmesi için. Ömrü boyunca onu bir türlü sevememiş, gönlüne giren ama bir türlü kavuşamadığı aşkını unutamamış.
Kavgalarında daima alttan alan taraf dedem olmuştur. Babaannem ise onu parasına muhtaç olduğu için sustuğunu söylerdi.
Dedemden dinlemiştim hayat hikâyelerini bir keresinde. Tüm aşağılanmalarına rağmen büyük annemi ilk gördüğü gün kadar seviyordu. Bunu da gururla söylemişti. “O beni sevmese de ben ömrümün sonuna kadar onu sevmeye devam edeceğim; çünkü o oğlumun annesi” demişti gözyaşları içinde.
Ağladığını görmemden asla rahatsızlık duymaz; ağlamanın sadece kadınlara özgü olmadığını ve insanın içindeki öfkeyi temizlediğini söylerdi.
Bir keresinde büyük annem görmüştü ağladığını. Beni kolumdan çektiği gibi dadımın yanına getirmiş ve ağlamanın güçsüzlüğün sembolü olduğunu haykırmıştı öfkeyle. “ Ben hiç ağlıyor muyum bak? Sadece acizler ve zavallılar ağlar. Bir daha dedenle baş başa kaldığını görmeyeceğim ona göre! Sana kötü örnek oluyor!” demişti. Korkudan sesimi çıkaramamıştım.
Dadıma da sıkı sıkı tembihlemişti beni bir daha dedemle baş başa bırakmaması için.
Dedem bu evde benim tek iyi arkadaşımdı.
Büyük annem ne derse desin; o beni görmek, benimle konuşmak için elinden geleni yapardı biliyorum.
Ama dedem o günden sonra bana hep uzak durdu.
O zaman anladım gerçekte ağlamanın güçsüzlük sembolü olduğunu ve kirlenen kalpleri yıkamadığını!