3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1041
Okunma

Hayat ruhun içinde bir araya gelen gönül istençli tarafların arzusuyla yaşanırsa anlam ifade eder. Bu anlam yüklü tüm istençler bireysel akıl tarafından kabul görmesine karşın ortak tekdüzeli toplumsal adet ve akla göre kabul görmeyen bir tanım olarak durur. Hâlbuki kendimizle kendimizden uzaklaşmadan hayatı yaşamak tabiatın görsel güzellikli, ışıltılı özlemli sevda kılığındaki cazibeli duruşu algılanan cennetteki tanımı gibidir.
Bu evren ve bu hayat bizim için yaratılmıştır. Her ayrı parçasını birbirini tamamlayan bir bütün olarak görmemiz, algılamamız ve bunlarla mutlu yaşamamız gerekmektedir. Ancak irdelediğimizde bireysel yaşamdan çok, çoklu bir yaşamı ardışık gelen mutluluklarla kurgulu olan bir ömür tanımında mutlu olduğumuzu algılıyoruz. İşte bu algılama süreçlerini sevdamızın özleminde yatağın sıcaklığında ve sevgili beraberliğinde yaşamamız anlam ifade ediyor demektir. Tıpkı arının bal yapacak ürünü bulmadan yuvasına dönmemesi ile aşkın zincire vurulmamasının engellenmeyeceği gibi net ve yalın duruyor.
Hayat sevdası tanrısal ilhamla hareket eden özgür istemin özünde aşkı yaşamak isteyen insanın hayalinde düşlediği mitolojik bir masal gibi kendi gösterisinin güzelliğini kendisince içten duygularıyla yaşamak istemi kendi yakışanıdır. Kendine yakışanı algılamayanlar kendi kendilerini tatmin edemedikleri hayali uğruna farklı görmek ve görünmek isterler. Bu anlamda özlem ve sevda ne bir mitolojik masal nede bir iman konusu nede rastgele bir anlayıştır. Objektif duruşunda bir ahlak konusu da değildir. Sadece bir kişilik var oluşundaki kendine özel duruşudur.
Bireyin hayatı ve yaşamı ışığın elektromanyetik teorisi gibi olmakla beraber, Molekülleri nasıl tasarlanmıştır? Yapısı nasıldır? Neden birbirlerine hep diktir? Düşününü irdelemeden yaşamın ve hayatın özüyle birbirlerine sarılmalıdırlar. Bu anlamda hayatı gökkuşağı renk cümbüşündeki gibi, birey geleceğini bilimsel bir konu gibi araştırarak yaşamak ve güzelleştirmek insan zarafetine yakışan olanıdır.
Bedri Demirpençe