15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1715
Okunma
Kader; en belirleyici gerçekti bu coğrafyada. Kadınlıktan çıkmıştı Rojda. Kırk sekiz’inde idi ama yetmiş gibi gösteriyordu. Bakımsızdı ve çorak arazilerde yıpranıp gitmişti.
Bereket fışkıran Harran ovasında bereketsizliği yaşıyordu. Sefaleti yaşıyordu.
Temelsiz toprak üzerine tezek ve ağaç kullanarak basit iki göz bir ev yapmışlardı.
Yirmi yaşına gelen çocukları asker olmuştu. On altısındakini de devlete karşı silahlı mücadele veren örgüt alıp dağa çıkarmıştı. Evvela dağdaki oğlunun ölüm haberi gelmişti Rojda ve eşi Cemal’e. Altı ay sonra da karakol baskınında asker oğlu şehit olmuştu. Burada keder kol geziyordu kaderlerde.
Cemal ırgatlık yapardı. Evine nadir gelirdi. Para getirmek zorundaydı. İşsizlik ve fakirlik çok ağırdı. İlk okula giden ikiz kızları vardı. Beşinci sınıfa kadar çanta, malzeme ve ayakkabılarını birlikte kullanmışlardı. Zaten onlar da genelde ikinci el olmuştu. Sabahçı kız okul çıkışında önlük ve ayakkabılarını, çantasını öğlenci kardeşine verirdi. Öğlenci kardeş de bu malzemelerle okuluna girerdi. Az da değildi bu durumda olanlar. Üç gidiş, üç de geliş olmak üzere günde altı Km de yol yürümek durumunda kalırlardı. Geçen yıl iki arkadaşlarını dere almış ve boğmuştu. Sudan ucuzdu hayatlar.
Çocuklar da büyükler de dardaydı. Askerden çekinirdi, örgütten sanırlar diye.
Örgütten korkarlardı çocuklarımızı alıp dağa çıkarır ve bizi devletçi zannederler diye.
Ağaları ve aşiretleri vardı kanunlardan önde tutmak zorunda oldukları. Malıydılar ağaların. Askeriydiler ölünceye kadar aşiretlerinin. Devlet ve örgütün yasaları azmış gibi bir de kendi saçma gelenekleri ( Töre ) vardı. İnsan mal misali alınıp satılır, takas ( Berdel ) edilebilirdi.
Kadınlar kuluçka makinesi olmuşlardı. Dokuz taneden otuz taneye kadar çocuk yapılabilirdi. Kadınlıktan çıkarılmış kadınlar cennetiydi.
Moda ve özgün ahlak kuralları kuşaklar çatışması başlatmıştı. Şiddet ve aile içi cinayetler sıradan sayılıyordu. Cahiliye devri cezaları toplumu sarsıyordu.
Yer yer kan davaları ve aşiretler arası çatışmalar da oluyordu. Sadece analar değil, babalar da ağlıyordu. Dört çocukla en az çocuğu olan aileler arasındaydı Rojda. Çok azdı az çocuğu olan aile. FAKİR; neden çok çocuk yapardı?
Cemal gurbetten dünüyordu. Ailasine kavuşma anının gizli ve tatlı heyecanını yaşıyordu. Asfalt ve köy arasındaki patika yol sanki bitmek bilmiyordu. İki eli de filelerle doluydu. Yiyecekler, giysi ve okul malzemesi almıştı ikizlerine. Burnunda tütüyordu garip ve yoksul yavruları. Bisiklet alamamıştı ama yine de çok şey sayılırdı onlar için. Bisiklet zaten kim de vardı ki? Onlar alışıktı tutulamayan sözlere.
Güneşin ilk ışıkları ile Cemal köy sınırına girdi. Hızlı hızlı yürüyordu sabahçı kızını okula gitmeden görebilmek için. Köyü görünür olmuştu uzaktan. Fakat yaklaştıkça bir kargaşa olduğunu farketti.
Asker mi arama yapıyordu? Örgüt mü adam kaldırıyordu dağa? Cenaze mi vardı?
Yaklaştıkça feryatları da duyuyor ve koşarcasına ilerliyordu. Yıkıntılar ve dumanlar vardı köyde. İlk yıkıntının önunde durdu. Hayvanlarını yıkılan ahırdan çıkarmaya çabalayan yaşlıya: “ Ne iş! Babo?” diye seslendi Cemal.
- Felaket oğul. Deprem oldu. Evine get!
Cemal’in evi erkeksizdi. İki kızı ve karısı yalınızdı. Gözleri kararmıştı. Can havli ile seğirtiyordu evine doğru. Gözleri adam görmüyor, kulakları ses duymuyordu. Elindeki fileler sıkılan yumruğuna sanki kaynak olmuştu, uçarcasına Cemalle gidiyorlardı.
Evine geldiğinde karısını yere kapaklanmış vaziyette buldu. Ellerine yapışan fileleri fark edip fırlattı Cemal. Evi yıkılmıştı. Şiddetle dürttü Rojda’yı ve ikizlerini sordu. Kadın; ağlamaktan bitap düşmüştü. Üstelik yaralıydı. Yüzü gözü kan ve toprakla bulamaç olmuştu. Bayılmak üzereydi. Çocukları yıkıntıdan o çıkarmıştı elleriyle. Son bir gayretle yıkıntıları işaret etti ve bayıldı.
Cemal; fırlayıp işaret edilen yere gitti. Çocukları küller ve yıkıntılar arasında yatıyordu. Sevinçle kucağına aldı başlarını. Bir sürelik incelemeden sonra Acı bir feryatla ağlamaya başladı. Ölmüştü yavruları.
Dört çocuktan bir tane kalmamıştı. NEDEN az çocuk yapmıştı?
Bir baba ağlıyordu çocuklar gibi.Havin tükenmişti. Kararını vermişti. Bir daha evlenecekti. Bu sefer dokuz çocuk yapacaktı. Çünkü bu coğrafya sertti. Burada sade analar ağlamıyordu. Erkek doğmamak suçtu, kadının söz hakkı bile yoktu ama erkekler de ağlıyordu.
Cemal’i; “ Ya örgüt alacaktı ya töre; isyan etme” diye sakinleştirmeye çabalıyordu acılı kapı komşusu.
Cehalet, keder, fakirlik, ölüm ve de zülüm kol geziyordu acı vatan’da, hem de 21. Yüz yılda. Fakirliğin kahreden zülmü Anadoluyu ağlatıyordu.