14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1686
Okunma

( ’’Müebbetlik Hayatım’’ dan)
İlk aşkımın ben daha hapishanedeyken beni unutup başkasını bulması, peşinden yanında amelelik yaptığım Muharrem Usta’nın kızı Hatice’nin, babasından hamile kalmak gibi unutamayacağım bir rezalete kurban gitmesi, şok üzerine şok kabilinden olaylar olmuştu hayatımda ve beni derinden etkilemişti. Henüz yaşım on dokuz olduğunda hayata küsecek hatta hayattan kaçmaya kalkışacak hale gelmiştim.
Bir dayanağım vardı böyle günlerimde. Abdestinde namazında bir gençtim ben. Bu sayede düştüğüm duruma karşı mücadele edip ayakta kalabiliyordum. Değişik biriydim ben ; camiiden çıkıp sinema oynatıyordum. İşin ilginç ve talihsiz olan yanı ise o günlerde televizyonla rekabete giren film sektöründe açık- saçığa dayalı kalitesiz filmlerin çoğunlukta olmasıydı. İşte bu durum beni utandırıyor ve aslında bana pek de yakışmıyordu. Fakat, geçimim buydu benim.
Bir yatsı namazı dönüşü cemaatle birlikte, tam da sinema oynattığım kahvemizin önüne geldiğimizde, cemaatten Hasan Amca yanıma yaklaştı. Uzun boylu, sakallı, altmışlı yaşlarda, Kurtköy’ün gelmelerindendi o. Elini omzuma atarak bir şey söylemek istediğini belirtti bana. Merakla dinledim ben.
- Bak oğlum ; bu ikisi bir arada yürümez. Sen bunlardan birini terk etmelisin !
Sözünü ettiği iki şey ; camii ve sinemacılıktı. Özellikle o dönemin rezalet filmleri yüzünden -daha da doğrusu o zamanlar bu tür insanlar tarafından sinemacılığın zaten günah olarak kabul edildiğinden - hem namaz kılmak hem de sinemacılık yapmak uygun bulunmuyordu işte.
Ömrümün üçüncü tokadı da bu oldu benim için. İlk aşkım, Hatice derken bir de camiiden olmuştum şimdi. Sığınacak daha neyim kaldı ki ?
Sinema bittikten sonra Mustafa Ağabey ile uzunca dertleştik kahvenin önünde. O şarap içti, ben çokça demli çay. Fakat o benim kadar kaybetmedi kendini. Çünkü alışıktı. Üstelik kendini buluyordu içince. Orta Asya’dan, Altaylar’dan dem vuruyordu. Tarihimizi anlatıp, övünüyor, millî şiirler okuyordu.
Geç saatte ayrıldık. Ben eve gitmek üzere yola çıktığımda, yaşamak istemiyordum sanki. Eve gitmek bile içimden gelmiyordu. Kahvemiz ile evimiz arasında, Kurtköy’ün meydanında yalaklı bir çeşme vardı. Su dolu yalağından köylüler hayvanlarını sulardı.
Kendimi su dolu yalağın içine bıraktım. Boğulmak, ölmek istiyordum. Su yutmadığımı hatırlıyorum ama yine de ölebileceğimi sanıyordum işte. Sabah ezanını duyduğumda, kendimi bildiğimden beri belki de ilk defa kalkmadım yattığım yerden ! Camiiden bile istenmiyordum çünkü. Bu benim için çok ağır bir şeydi. Yattım, kımıldamadan yattım öylece.
Hava hafiften ışımaya başlamış, cemaat camiiden dönüyordu. Çeşmenin yanından geçerken içlerinden biri fark etti beni. Adını çok iyi hatırladığım, şu anda rahmetli olduğu için burada vermekten utandığım, bir gün öncesine kadar müezzinliğini yaptığım cemaatten biri , beni çok iyi tanıdığı halde ;
- Sarhoş p...k ! B.. içesice ! ve benzeri sözler edip, diğerlerine de müdahale için engel oldu. Çok şükür ki İmam kahveyi çoktan açmış olan babama durumu anlatmış da gelip babam oradan aldı beni.
- Ne yaptın oğlum sen ? Ne diye içtin ? diye sordu babam. Üzerimden sular akıyordu, titriyordum . Dudaklarım titriyordu.
- Baba, vallahi içki falan içmedim. Çay içtim baba, sadece çay içtim ben ! İnandı babam. Islak halime aldırmadan sarıldı bana.
- İnandım oğlum, ben sana inandım. Hadi bakalım git üzerini değiştir de biraz uyu şimdi.
Üzerimi değiştirdim, uyudum , dinlendim ve uyandım daha sonra. Fakat başka biri olarak uyandım o gün. Feleğin vurduklarının oldukça ağır geldiği, onları taşıyabilmem için , sığınacak abdesti-namazı bile kalmayan ve sonunda içkiye sarılan, yenilen, savrulan, pişmanlıklarla dolu geçecek fakat şükür ki kısa sürecek bir hayata başladım.
(Devamı ; 51 Model Opel’im oldu )
Fikret TEZAL