8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
721
Okunma

I know what it is to be young / Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum
But you don’t know what it is to be old / Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin
Someday you’ll be saying the same thing / Bir gün, sende aynı şeyleri söylüyor olacaksın
…/…
Bana deseler ki, “ Dünyada tanıdığın bir melek var mı?” Tek isim çıkar ağzımdan: Leyla. Kim bu Leyla? Çok yakın bir arkadaşım, dostum, akrabadan yakınım. Zaman zaman beni çıldırtacak, saçımı-başımı yolduracak kadar iyi bir insan. Bir insanın aklından, yüreğinden hiç mi kötü, ters bir düşünce geçmez? Geçmezmiş.
Bu güzel insanın kaderi ne yazık ki, yüreği gibi güzel yazılmamış. Belki Tanrı, onu da böyle sınadı? Bilemem. Düşüncesinin sorulmadığı bir evlilik yaptı. Görücü usulü. İzmir’in civarından, memur biri ile evlendirildi. Kendisi de bir sigorta şirketinde çalışıyordu. Evliliğinin detaylarına girmeyeceğim. Sinirlenmek ve üzülmek istemediğim için. Bir kızı oldu; Ayla. Oğlumdan altı ay büyük. Elime doğdu. Üç yıl sonra da oğlu geldi dünyaya. Kızın doğumu ile burulan beyefendi ve ailesi, oğlanın doğumu ile deliye döndüler. Dünya oğlanın üstüne durur oldu. Zavallı ablası az azar işitmedi o oğlan yüzünden. Ayağı takılıp düşse, ablaya kızdılar: “Neden kardeşine bakmadın? “ diye.
Her neyse; günler geçti, Ayla büyüdü. Oturdukları semt, İzmir’in düşünce yapısına pek uymayan bir ortama sahipti. Aile de aynen semt ortamı ile uyuşan insanlardı. Ayla’yı da bu görüşle büyütmek istiyorlardı. Onlar böyle istedikçe Leyla kahroluyordu. O, Ayla okusun, ayakları üstünde dursun, seçimlerini kendi yapsın istiyordu. Kendi yaptığı hataları yapmasın istiyordu, işin özü bu. Leyla ile el ele vererek Ayla’yı büyütmeye başladık. Her çarşıya çıktığımda, oğluma bir şey alıyorsam Ayla’ya da alıyordum. Kısa etekler, elbiseler, askılı bluzlar, vs. Bu arada aile ile ilişkilerimi de sıcak tutmaya çalışıyordum. Güler yüzle yaklaşıyor,” teyzeciğim, amcacığım” diyerek, el öpüp, saygılı davranarak kaleyi içten fetih ediyordum. Bu yüzden de ağızlarını açıp bir şey diyemiyorlardı. Politika, anlayacağınız.
Ayla, üniversite sınavlarına girdi ve konservatuarın şan bölümünü kazandı. Cıvıl cıvıl bir genç kız. Konuşkan, güler yüzlü, girgin, atak. Oğlumla kardeş gibi büyüyüp gidiyorlar. Ben mutluyum. Leyla, havalara uçuyor. Kıt kanaat maaşı ile tüm karşı çıkmalara rağmen kızına üniversitede okuma imkânı sağlamış olmanın gururunu yaşıyor. Birinci sene, ikinci sene, üçüncü sene derken zaman geçti ve çocuklar son seneye geldiler. Sabahın erken saati, telefonum çaldı. Leyla, iki gözü iki çeşme, deliler gibi ağlıyor. Ne dediğini anlayamıyorum. Sonunda sakinleşti ve bombayı patlattı: “Ayla, evlenmeye karar verdi!” O an sandım ki, biri kafama odunla vurdu.
Ne kadar konuştuysak, anlattıysak, dinletemedik. Ayla, Nuh diyor, Peygamber demiyordu. Bu arada okulunda her sene tonmaysterlik eğitimi için seçilen iki kişiden biri oldu. Oğlum, deliler gibi kendini paralıyor: “ Kızım, kafanı topla. Bu çok büyük bir şans. Kaçırma bu fırsatı. Geleceğini harcama.” Yok, mümkün değil laf dinlemiyor.
Cafe de öğlen servisi bitmişti. Kahvemi yaptım, ayaklarımı uzattım, dinleniyorum. Bir baktım karşıdan iki kişi geliyor. Biri bizim Ayla, diğeri de bir erkek.
“ Teyzeciğim, Ahmet’i getirdim seninle tanıştırmak için.”
Hah! Aman ne iyi ettin…Onlara da birer kahve yaptım, geçtim karşılarına oturdum.
“ Bak oğlum, ben seni tanımam. Kimsin, nesin? bilmem, o yüzden söyleyeceklerime alınma.”
Döndüm Ayla’ya; “ Sen ne yaptığının farkında mısın? Bunun adı, bu gün Ahmet. Yarın Mehmet olur, Hasan olur, Hüseyin olur. Ama illa ki biri olur. Bu aşk. Aşk bekler ama hayat beklemez. Kimse sana evlenme demiyor ki? Okulunu bitir, işine gir, ayaklarının üstünde dur. Sonra ne istersen yap.”
Bu arada Ahmet Bey, ununu elemiş, ipe sermiş. Okul bitmiş. Askerlik bitmiş. Matbaacılık yaparak geçimini sağlıyor. Para kazanıyor mu, kazanmıyor mu? Hiç önemli değil, o an için. Çünkü konu o değil. Konu; Ayla ve geleceği. Söze girdi:
“ Biz Ayla ile birbirimize sığındık.”
“ İyi de oğlum, farkında mısın bilmem ama sen Ayla ya sığınarak ilerlerken, Ayla sana sığınarak geriliyor? Eğer gerçekten seviyorsan yaptırımlar koysana? Okul bitmeden, nişan yok. İşe girmeden, evlilik yok, desene?”
Ayla, ağlamaya başladı.
“ Ama bakın, Ayla’yı ağlatıyorsunuz.”
“ Yarın yaptığı hata yüzünden ağlayacağına, bu gün benim sözlerimle ağlasın.”
Ayla, evlendi. Annesi, yalvar yakar, emekli olduğu şirkette iş buldu. Santral memureliği. Evlendikten sonra okulu bitirdi. Ama hiçbir işe yaramadı. Üniversiteli santral memuresi olmasından başka. İkinci yıl, oğlu dünyaya geldi. Ayla, gündüz iş, gece ev koşturan, çomak gibi sıska, sırtı taşıdığı ağırlıktan kamburlaşmış bir genç kadın oldu.
…/…
Leyla geldi, sabah kahvesine, geçen gün. Bir sorunu varmış, akıl danışmaya gelmiş.
“ Aman be kızım, vere vere akıl mı bıraktınız bende? “ dedim.
“ Yok, öyle deme. Geçen gün Ayla ile konuşuyorduk; Sen git Eser teyzeme sor. O her zaman doğruları söyler. Zamanında bana da çok söyledi. Şimdi anlıyorum ne kadar haklı olduğunu. Dedi.”
Gözlerim doldu. Söylenecek o kadar çok şey varken: “ Ben kahve yapayım “ dedim.
Eser Akpınar
İzmir
14.04.2010