10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1122
Okunma

Ben yaşlarda ki herkes Orson Welles’in bu güzel şarkısını biliyordur: I know what it is to be young.
I know what it is to be young / Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum
But you don’t know what it is to be old / Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin
Someday you’ll be saying the same thing / Bir gün, sende aynı şeyleri söylüyor olacaksın
Bundan çok seneler önce, annem ne zaman benimle konuşmaya başlasa içimden; “ Of yine başladık “ derdim. Annem de bana ; “ İçinden of yine başladık diyorsun, biliyorum. Çünkü annem de benimle her konuşmaya başladığında, ben de öyle derdim. “ derdi.
O günlerdeki aklım ve bilmişliğimle anneme bakardım.” Ne yani, sen de bir zamanlar çocuk muydun? “ diye geçirirdim, içimden. Allahtan bunu bilemezdi.
Ne gariptir ki, gençler anne-babalarını çocuk, genç olarak düşünemezler. Onlar hep büyüktürler, onların gözünde. Ve büyükler, hiçbir şey bilmezler. Onları anlamazlar. Çünkü büyüklerin zamanı geçmiştir. O devir ile bu devir farklıdır.
Haksız da sayılmazlar. O devir ile bu devir gerçekten farklı. Bu kafaları ile bizim devri yaşasalardı, ya çıldırırlar ya da intihar ederlerdi. Allah, dağına göre karını veriyor, işte…
Zaman zaman geçmişe yolculuğa çıkıyorum. Çocukluğuma dönüyorum. O günlerde ki hayatımı, hatırladığım kadarı ile yeniden yaşamaya çalışıyorum. Hiç maddi yokluk çekmedim. Manevi varlıklarım ise anlatılamayacak kadar çoktu. Annem, dediğim dedik bir kadındı. Bir sözü söylemişse asla geri dönüşü olmazdı. Nuh der, peygamber demezdi. Şımarıklığa, vızır vızır ağlamaya hiç tahammül edemezdi. Zaten izin de vermezdi. Her mevsim başında, ablalarımın ve benim kıyafetlerimizi çıkartır, kimin neye ihtiyacı olduğunu tespit ederdi. Diyelim ki; benim bir etek ve bir ayakkabıya ihtiyacım var. Kes kafasını, ikinci etek alınmazdı.
Ailenin bir düzeni vardı. Sıkıysa, bu düzenin dışına çık! Çık da başına gelecekleri gör. Dayak asla yoktu. Ama ceza…Ve asla birimiz cezalandırılmazdık. Mutlaka üçümüze birden uygulanırdı ceza. Bir parça kurdele yüzünden iki ablam kavga etmişlerdi. Ben, annemlerin odasına. Ablam, bizim odaya. Diğer ablam da tuvalete kapatılmıştık. Bir süre sonra, annem kapıları açtığında; beni kitap okurken, ablamı camdan kaçmış, diğer ablamı da tuvalette su ile oynarken bulmuştu.
Okul yıllarımda, çok başarılı bir öğrenci olmadım, hiçbir zaman. 4,5 dan 5 almak bana yetiyordu. Ve ne zaman beş alsam, evde bayram havası esiyordu. Okumak, bana göre bir iş değildi. Tiyatro faaliyetleri, şiir okuma yarışmaları, münazaralar… Benim ilgi alanım bunlardı. Ders çalışmakmış, yazılı-sözlü sınava girmekmiş hiç umurum değildi. Sınav olduğu günler, annem benimle beraber kalkardı, sabahın köründe. Beni çalıştırmak için. Adeta yalvarırdı, okumam konusunda. Sonunda baktı olacak gibi değil “ Lise bitecek. Bunu böyle bil. “ dedi. Liseden sonra konservatuarın tiyatro bölümüne gitmek istedim. O yıllarda İzmir de tiyatro bölümü yoktu. İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Tabi ki, annem izin vermedi.
Ve benim hatalar zincirim başlamış oldu.
Üniversite sınavına girdiğimde, inat olsun diye, soru kitapçığını kapattım, kendime göre diyagonal bir çizgi oluşturdum. O çizgiye göre seçenekleri işaretledim. A-a-b-b-c-c…Sonra, canım sıkıldı. Açtım, İngilizce sorularını yanıtladım. Buca Eğitim Enstitüsü İngilizce bölümünü kazandım. Bir yıl okudum. İkinci yıl, annemin yokluğundan faydalanıp, kaydımı sildirdim. Annem “ Evde oturamazsın. Çalışacaksın. “ dedi. Ege Üniversitesinde işe başladım. Torpille tabi ki. Beni kim ne yapsın? İşe girdiğim günlerde, yaşım tutmadığı için, hademe kadrosunda başladım. Sonra memur oldum.
İşe başladığım bölüm, yabancı bilim adamları ile ortak bir seminer düzenliyordu. İlkokul dördüncü sınıftan beri İngilizce eğitimim olduğu için beni o seminerde görevlendirdiler. Görevim dolayısı ile MTA ve TPAO dan yetkili kişilerle tanıştım. Çalışmamı beğendikleri için, beni genel müdürleri ile tanıştırdılar. Her iki yerden de transfer teklifleri yağmaya başladı. O transferlerden birini kabul etmek yerine evlendim. Bir süre sonra oğlum doğdu ve işten ayrıldım.
Annem? Garibim, nasıl çıldırmadı, hala şaşarım.
Bu hatalarımı çocuklarımdan hiç gizlemedim. Çocuklarımdan ve onların arkadaşlarından. Her sohbetimizde, her akıl danıştıklarında anlattım. “ Hayat, asla dalga geçmeye gelmez. Yirmi beş yaşınıza kadar yanlış yapma hakkınız var. Çünkü o yaşa kadar, geri dönüp, yaptığınız yanlışı düzeltebilecek zamana sahipsiniz. Ama yirmi beş yaşından sonra, yanlışı yaşamak zorundasınız.”
Hep kız çocuklarının aile ve çevre baskısına maruz kaldıkları söylenir. Oysa erkek çocuklar da, en az onlar kadar, baskı altındadırlar. Oğlum, ortaokul yıllarında, gitar çalmaya heves etti. Önce arkadaşının gitarı ile başladı. Sonra benden bir gitar almamı istedi. Gittik. İstediği gitar beş bin liraydı. “ Almam “ dedim. “ Şimdi sana üç bin liralık olanı alıyorum. Önce bana bu işi ne kadar istediğini, ne kadar azimli olduğunu ispatla. Sonra paranı biriktir. Üstünü ben tamamlayacağım ve sana istediğin gitarı alacağım. “ dedim.
Bir gün eve geldi; “ Ben para kazandım “ dedi. Elindeki elli lirayı burnuma sallayarak. “ Nasıl kazandın? “ dedim. İki arkadaş, Kıbrıs Şehitleri caddesinde, yere mendil açıp gitar çalmışlar. “ Yürü gidiyoruz” dedim. Şaşırdı, “ Nereye?” dedi. “ İstediğin gitarı almaya. Elli lirası senden üstü benden. “ dedim. Klasik gitardan basgitara geçti. Amerika’ya gitti. Altı ay gitar eğitimi aldı. Üniversite sınavlarında Çeko’yu kazandı. Hem okudu hem de müzik alanında iyi bir yere geldi.
Üniversite bittiğinde yalvardım “ Ne olursun, git istediğin hayatı yaşa. Ne olmak istiyorsan, onu ol. Ben arkandayım. Senin adına herkesle mücadele ederim.” Dedim. Ama ne yazık ki, oğlumun geleceği, benim dışımdaki, büyükleri tarafından çizilmişti: Babasının yanında çalışacak. Zamanı geldiğinde, işi devir alacak. Oğlum, üstündeki baskılara dayanamadı ve babası ile çalışmaya başladı. Gitar, hobi olarak kalmaya başlıyordu ki tekrar aldım karşıma “ Tamam, bu senden yaşamanı istedikleri hayat. İstediklerini ver. Ama sonrasına karıştırma. Akşamlar senin. Git, gitarını çal. Para kazanma. Önemli değil. Keyif için çal. O gitar, hayatın boyunca nefes borun olacak senin. Sakın bırakma.” Dedim. Çok şükür, benim yaptığım yanlışı yapmadı; annesini dinledi. Annemin başaramadığını ben başarmıştım. Annem sayesinde.
Bu yazıya başlarken amacım, size üç genç kızı anlatmaktı. O kızların, yaptıkları yanlışlarla, nasıl hayatlara sürüklendiklerini anlatacaktım. Kendilerini, çokbilmişlikleri ile nasıl hayatlar yaşamaya mahkûm ettiklerini anlatacaktım. Kızlardan biri bendim. Ama kendime o kadar daldım ki, diğer iki kıza zaman kalmadı. Ama azimliyim, anlatacağım. Sonraki yazılarımda.
Anıların içinden çıkmak, zor olabiliyor. Hele bir de hatalar süslüyorsa o anıları…
Eser Akpınar
İzmir
13.04.2010