17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
997
Okunma

“ Merhaba, benim ismim Çağla. On altı ay evvel katıldım aranıza. Doğduğum gün “ Annesi “ dedikleri birinin kucağına verdiler, beni. Annesi, harika kokuyordu. Kucağı, sıcacıktı. Ve tadı muhteşem bir sıvıyı emmem için elinden geleni yapıyordu. Ben de inadına emmiyordum. Aslında çok da eğleniyordum. Ama eğlenceyi uzatınca da beni yatağıma yatırıyorlardı.
Bir sürü insan durmadan eğilip yüzüme bakıyorlardı. Dayanılacak gibi değildi. Tekrar Annesi’nin kollarında olmak istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bir şey söylemek için ağzımı açtığımda çıkan çığlık beni bile korkuttu. Yeşil gözlü bir kadın gülümseyerek yatağıma doğru eğildi. Dikkatle kucağına aldı. Annesi kadar olmasa da güzel bir kokusu ve sevgi dolu kolları vardı. Ödül olarak küçük bir gülümseme verdim o’na. Yeşil gözlerinden akan su yanağımı ıslattı. Onun isminin “ Babaannesi “ olduğunu öğrendim, sonradan.
Günler geçtikçe dünyaya alışıyordum. Bu arada birçok akrabam olduğunu öğrendim. Anneannesi, teyzesi, halası, dedesi, ninesi…
Hepsi etrafımda pervaneydiler. Beni ağlatmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Annesi’nin benim annem, Babası’nın da babam olduğunu anladım. “ si “ takısı alan herkes benim ailemdi. Ben söz konusu olduğumda birbirlerine böyle diyorlardı. Ben, ortak noktalarıydım. Ve bu çok hoşuma gidiyordu.
Annem ve babam gezmeye gittiklerinde beni anneanneme ya da babaanneme bırakıyorlardı. Her iki evde de harika vakit geçiriyordum. Babaannemi çözmem biraz zaman aldı. Onun evinde yasaklar vardı. Sehpanın üstündekileri ellemem yasaktı. Ne zaman ellemeye kalksam önce “ Hayır, Çağla “ diyordu. Onunla inatlaşmak çok hoşuma gidiyordu. Bu yüzden o" hayır" dedikçe ben ellemeye devam ediyordum. Bu sefer de elimin üstüne, canımı yakmayan, bir tokat iniyordu. Yalnız bir kere canımı çok yaktı; duvardaki beyaz çerçeveli, küçük iki deliğe parmağımı sokmaya çalıştığımda. Bir daha da yapmadım.
Hep sevdiğim yemekleri yapıyordu. Onun evinde yemek yemeye bayılıyordum. Komik kadındı ve beni çok güldürüyordu. Hele benimle emeklerken ki hali inanılmazdı. Sürekli oyunlar üretiyordu. Çok da güzel sarılıyordu. Beni seviyordu. Ben de onu.
Annem ve babam beni ne zaman babaanneme bıraksalar belli bir saatte mutlaka alırlardı. Ama bu gece gelmediler. Biraz gecikeceklerdi galiba. Babaannem beni müzik dinleterek uyutuyor. “ Haydi, bakalım Çağlacığım, jazz cd mizi dinlemeye başlayalım “ dediği zaman, uyku saatimin geldiğini anlıyordum. Bu gece de beni pusetime yatırdı ve çok sevdiğim o müziği açtı.
Gece, uykumun arasında, ne zaman annemi ve emmeyi istesem, ağlarım. Bağıra bağıra hem de. Annem, koşarak gelir, beni kucağına alır ve emzirir. Gece boyunca, her istediğimde yaparım bunu. Yine ağlamaya başladım. Ama annem gelmedi. Onun yerine babaannem aldı beni kucağına. O beni emziremez ki. Annem nerde? Burası benim odam değil? Neden babaannem var yanımda? Yatağım da benim yatağım değil. Baba? Babam da yok. Beni neden almadılar? On altı ay sonra neden bu değişiklik neden? Neler oluyor? “
…/…
On altı aylık torunum için bir karar verdi; annesi ve babası: “ Artık memeden kesilme zamanı geldi.” Dediler. Perşembe günü bana bırakıp İstanbul’a gittiler. İlk gece oldukça zor geçti. Sonraki geceler de farklı değildi ama sanki daha bir alışmıştık birbirimizin gece varlığına.
İlk gece uyurken seyrettim, torunumu. “ Neler geçiyor kim bilir aklından? “ dedim. Henüz çok küçüktü. Bu yüzden kimse ona neler olacağını anlatamamıştı. Onunla konuşamadan gitmişti anne ve babası. O, kendini bu geceye hazırlayamadan ayrılmıştı; anne ve babasından. Bir gece önce kendi evinde, kendi yatağında, annesi ve babası ile birlikteyken; anlayamadığı, bilmediği bir sebepten ötürü, yapayalnız bulmuştu kendisini. Anlayamadığı, anlamlandıramadığı bu durum yüzünden kim bilir ne fırtınalar esiyordu aklında ve yüreğinde? Ve henüz konuşamadığı için soramıyordu; “Neden?” diye.
Hayatımızın çeşitli dönemlerine ait sorularımız vardır.
“ Neden? “ bunların içinde en temel olanıdır.
Bazen; soracak kimseyi bulamadığımız için acıtır canımızı.
Bazen; sorduğumuz halde yanıtsızlığı ile incitir bizi.
Bazen; aynı dili konuşamadığımız için sorulmadan kalır.
Bazen; sormak saçma geldiği için sessizliği seçer.
Ve “Neden?” Sorusunun geçti her yerde, hazırlıksız yakalanmışızdır bir şeylere.
Bir şeyler dediklerimiz de yalnız kalışlarımızdır, genellikle.
Eser Akpınar
İzmir
11.04.2010