7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1130
Okunma

Çok uzun bir zamandır kendimle konuşuyorum. Kendimle konuşmak sıkça yaptığım bir eylem. Mükemmel değilim, biliyorum. Olabilmeme de imkân yok. İnsan olarak taşıdığım zafiyetlerim var. Yanlış davranışlarım, düşüncelerim var. Bunlar zaman zaman beni, zaman zaman da etrafımdakileri üzüyor, farkındayım. Farkındalıklarımı biriktirip toptan bir hesaplaşmaya giriyorum kendimle. Bazen iç sesimle konuşuyorum. Bazen yeterli gelmiyor, duymak istiyorum sesimi. O zaman da aynanın karşısına geçiyorum, yüksek sesle konuşuyorum, kendimle.
Her ailenin farklı bir yapısı vardır. Her ebeveyn kendi yaşam görüşleri ile yetiştirir çocuklarını. Büyüdüğümüzde birçoğunu değiştirsek bile temel bazı öğretileri aynı bırakırız. Çokça da farkında olmayız onların. Onlar bizim alışageldiğimiz davranış biçimlerimizdir. Onların öyle olmaları gerekir. Başka şeklini bilmeyiz. O başkalıkları görmez, irdelemeyiz. Sadece öyledirler…
Refleks hareketlerdir bunlar. İstemsiz, bilinçsiz, düşüncesiz yapılan hareketler, hissedilen duygulardır. Yemek piştikten sonra ocağı kapatırız. Bu otomatik bir davranıştır. Ve farkında olmadan yaparız. Evden çıktıktan sonra düşünürüz “ Ocağı kapatmış mıydım?” Yanıtını bulamayız. An’a geri döner, düşünürüz. I ıh bilemeyiz. Beyin bile dağarcığından silmiştir, saklamamıştır eylemimizi.
Sorunu yaratan davranışlar değildir. Onlar uyarılara ve öğretiye açıktırlar. Sorunu yaratan duygulardır. Hissedilenlerdir. Hissedilmeyenlerdir.
Kendimle konuşmamın ana konusu da bu: Bilmediğim, öğrenmediğim, bana öğretilmeyen duygular.
Fark ettim ki ben, şımarmayı bilmiyorum . Şımarma temel olmak üzere ona ait alt duyguları da bilmiyorum. Nazlanma, kapris yapma, vs gibi. Bunlar şımarmanın alt kolları mı? Ayrı davranış biçimleri mi? Bunlara davranış biçimi mi denir? Duygu mu? Onu bile bilmiyorum.
Çocukluğuma bakıyorum. Yok. Çocuk olarak şımarmama hiç izin verilmemiş. Yaşadığım aile ortamım içinde bu duygu ya da davranış biçimi yokmuş ki; öğrenmemişim. Anneme sordum: “ Anne ben niye şımarmayı bilmiyorum? ” diye. “ Haklısın, bilmiyorsun. Hiç izin vermedim ki şımarmanıza…” dedi.
Yetişkinliğime bakıyorum. Yok. Sonradan öğrenebilir miydim? Şımarabileceğim biri ya da birileri olsaydı; kendiliğinden ortaya çıkar mıydı? Yani bu her insanda illa ki olan ve şartlara göre ortaya çıkan bir şey midir? Yoksa kişinin karakter yapısı ile mi ilintilidir?
Fark ettim ki ben, yaslanmayı bilmiyorum. Bana sürekli dik durmak öğretilmiş. Kendine yetebilmek. Olaylara hâkim olmak. Çözümler üretebilmek. Pratik zekâya sahip olmak. Panik yapmamak. “Her sorunun bir çözümü vardır” düşüncesi ile asla pes etmemek. Vazgeçmemek. Sızlanıp, ağlaşıp, dövünmek yerine o çözümü bulup çıkartmak.
Kendimden memnun muyum? Çok genel anlamda bakarsam, memnunum. Ama çekirdeğime inersem, değilim. Aslında yanlış oldu. Çekirdeğime indiğimde ortaya çıkan kendimden memnuniyetsizliğim değil. Mutsuzluk.
Mutsuzluğumun kaynağı çelişki. Kadın yanımla yaşamak istediğim duygular da bir sorun yok. Sorun; o duyguların yaşanma şekli ve paylaşımı. Şımarmayı, nazlanmayı bilmediğim için lafımı ya da düşüncemi yumuşatmayı da bilmiyorum. Ya da bir süre kendimde saklayıp, uygun an’ı kollamayı bilmiyorum. Dank diye çıkarıp vuruyorum orta yere. Yaptığım yanlışı fark ediyorum. “ Bir daha yapmayacağım “ diye söz veriyorum, kendime. Ama yok, olmuyor. Tahminim o ki, o bilmediğim duyguları bilseydim kadın yönüm biraz daha- nasıl denir? Cilveli?-esnek olabilirdi.
İnsan yanıma gelince. O da ayrı problem. Düşünün ki karşınızda “ Sana ihtiyacım yok. Ben sensiz de ayakta dururum. Bunun dışında bana ne verebilirsin? “ diyen bir insan var. Direk olarak söylemese de duruşu, davranışı ile size bunu hissettiren biri. Üstelik bu bir kadın. Siz, bir sorunu paylaşmasını beklerken o çoktan çözmüş, halletmiş. Hatta siz paylaşıyorsunuz düşüncesi ile aklınızın erdiği, dilinizin döndüğünce bir şeyler anlatıp, fikir verirken; Atı alan Üsküdar’ı geçmiş bile.
Böyle olunca da adın “ Zor insan “ oluyor tabi ki. Maharet mi yani bu? Hayır, hiç değil. Övünme mi? Asla. Yaşamak istediğin, yaşayacağın her şey kursağına dizilip kalıyor. Ya da hep yarım yaşıyorsun.
Keşke diyorum…Demek istemesem de….
KEŞKE…..
Eser Akpınar
izmir
23.03.2010