28
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1359
Okunma


Buse liseyi bitirmiş, üniversite sınavını kazanamayınca bir butikte, tezgâhtar olarak işe başlamıştı. İlk zamanlar, üniversiteye girememenin burukluğunu yaşamış, zor günler geçirmişti. Daha sonraki günlerde ise, butiğin karşısındaki kuaför Ahmet’in kendisini gizliden gizliye süzdüğünü ve her bakışında içinin titrediğini hissedince Ahmet’e âşık olup, hayata daha farklı bakmaya başlamıştı.
Buse on sekiz yaşında, esmer, uzun boylu, siyah üzüm gözlü, kömür karası saçları, hafif kalkık burunlu ve küçük ağzıyla, çok güzel bir kızdı. Güzelliğinin farkında olduğu için, etrafına daha bir tepeden bakar, kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanırdı.
Yolun karşındaki kuaför Ahmet’e, öyle bir âşık olmuştu ki, artık kendi güzelliğiyle ilgilenmekten çok, Ahmet’e ulaşma planları yapıyordu. Ahmet ise, ara sıra yaptığı kaçamak bakışların ötesine geçemiyor, genç kıza bir türlü açılamıyordu. Buse ise, butikte müşteri olmadığı zamanlarda, kapının önüne çıkıp, sık sık karşı dükkândaki çocuğu dikizliyor, kendisinin farkına varmasını, bir an önce aşkını ilân etmesini istiyordu. Bu karşıdan karşıya sessiz bakışmalar canına yetmişti.
Bulduğu her fırsatta, kuaföre giderek, koltuğa müşteri gibi kuruluyordu. ‘Ahmet! Şu saçlarım çok cılızlaştı, birazcık uçlarından alabilir misin?’ Ahmet, eline makası alıp, saçlarını parmakları arasına alınca, Buse’nin bütün vücudu kasılır, elleri titrer, yüzü kızarırdı. Ahmet’in tuttuğu her saç telinden, ayrı ayrı haz duyar, bu işlemin bitmesini hiç istemezdi.
Kuaför koltuğunda oturunca gözlerini kapatıp, türlü hayallere dalıyordu. Ahmet saçlarına dokunduğu an, O’nunla el ele, kırlarda soluğu kesilene kadar koşuyor, birbirlerini yakaladıkları yerde sımsıkı sarılıyorlardı. Yorgunluktan bitkin düşünce, büyük bir çam ağacının dibine oturuyorlardı. Ahmet Buse’nin dizlerine yatıp, gözlerine bakarak ’benimle evlenir misin aşkım, sensiz bir dünyayı hayal bile edmiyorum ben.’ Buse Ahmet’in dudaklarına sıcak bir buse kondurarak ’elbette evlenirim aşkım; seninle evlenmeyipte, kiminle evleneceğim ben? Sen benim yaşam kaynağım, biricik aşkımsınnn!’ Sonra Ahmet’in kollarında, dünyanın en güzel gelinliğini giymiş olarak düğün salonuna girerken görüyordu ki kendini, Ahmet’in sesiyle daldığı düşlerden sıyrılıyordu:
-Buse bu kısalık yeter mi?
-............ (Allah belanı versin senin yaaaa! hayallerimin bile içine ediyorsun ya; sana bir şey demiyorum salakkk!’) Tabi bütün bunları içinden diyor, Ahmet’in yüzüne karşı açılamıyordu.
Bu belirsizlik Buse’ye çok acı veriyor, yüreğine bıçak saplanmış gibi hissediyordu kendini. Böyle zamanlarda basıyordu küfürü. ‘Allah canını almasın senin emi salakkk! Ne zaman benim farkıma varıp da, adam gibi bir çıkma teklifi edeceksin? Bütün kızların sevgilileri var; sen ne zaman beni koluna takıp gezdireceksin ha! Hele şu şırfıntı kadınların saçlarıyla oynamıyor musun; boğasım geliyor seni. Sen yalnız bana aitsin, seni kimseye yâr etmem bunu billl!’
Uzunca bir süre, oturduğu koltuktan kalkamıyor, çocuğun tuttuğu aynaya dönüp dönüp bakıyor, ‘şu tarafa doğruda uzatır mısın? Bu tarafını iyi göremedim. Çok kısa olmadı değil mi?’ Gibi sorularıyla, oğlanı canından bezdiriyordu.
Buse geçen yıl liseden sonra butiğe geldiğinde, Ahmet’e tepeden bakmış, kendini türlü havalara sokmuştu. Aslında, ta o zamanlar Ahmet Buse’yi sevmişti; ama kendisine tepeden bakan kızdan intikam almak istiyor, O’na acı çektirmekten hınzırca zevk alıyordu.
Buse her gün, değişik kıyafetler giyip, değişik makyajla, dikkat çekmek istedikçe, dibe doğru çöküyordu. Artık sevdası saplantı halini almış, kara sevdaya doğru hızla gidiyordu. Kıyafetlerine para yetiştiremiyor, hep yenilerin peşine düşüyordu. Böylelikle Ahmet’e kendini beğendirerek, âşkına karşılık bulacağını sanıyordu.
Oysa Ahmet, bir giydiğini bir gün daha giymeyen bu kızla evlenirse, masraflarını nasıl karşılayacağını kara kara düşünüp, bir adım ileri gidemiyor, kıza her bakışında içinde kıyametler kopmasına rağmen hep mesafeli duruyordu. Kızın yakınlaşmak için gösterdiği her çaba, boşa gidiyordu.
Buse Ahmet’in sevdasına karşılık vermemesine iyice bozulup, içerlemeye başlamıştı. Eve gelince, doğru odasına kapanır, aynanın karşısına geçerek, vücudunu inceler, ayna karşısında saçlarını çeke çeke fırçalayarak, ‘ah Ahmet ah! Ne salak bir yaratıkmışsın sen, Allah belânı versin senin emiiii! Bana bunca acıyı reva görüyorsun ya; Allah’ından bul inşallahhh!’
Ahmet’e türlü beddualar ettikten sonra, gözlerini kapatarak, ellerini çıplak bedeninde gezdirir, kendi bedenini okşayıp rahatlamaya çalışırdı. Son günlerde, vücudunda adını koyamadığı değişiklikler oluyor, Buse’yi şekilden şekle sokuyordu.
Amansız bir sevilme ihtiyacı hissediyor, bu acayip duygularının önüne geçemiyordu. ‘Ne yapmalıyım da, Ahmet’in beni görmesini sağlamalıyım?’ Diye düşünmekten delirmek üzereydi.’Aman yarabbi! Ne zormuş bu duygularla boğuşmak ya! Oysa geçen yıl ne kadar rahattım! Okuldaki çocuklarla günümü gün ediyordum. Şimdi ne yapacağım ben? Kafayı yemek üzereyim!
Bütün kızlar benim gibimidir acaba? Onlar nasıl altından kalkıyorlar, böyle cinsel dürtülerinin? Ben daha fazla bekleyemeyeceğim! Yarın gidip son kozumu oynayacağım; oldu oldu, yok olmazsa Ahmet’le birlikte yakacağım o dükkânı. Ahmet benim olmayacaksa, kimsenin olmamalı. Olmamalıııı! Bu çelişkiyle daha fazla yaşayamayacağım, ne olacaksa bir an evvel olup bitmeliiii!’
Ertesi gün kararlı bir şekilde işine gidip, kuaför dükkânının boş olduğu bir anı kollamaya başlamıştı. Dükkân boşalınca görevini arkadaşına devrederek, kuaföre gitmiş ve koltuğa oturmuştu. Ahmet yine aynı duyarsızlıkla karşılamıştı kızı:
-Hoş geldin Buse. Bu gün ne yapacağız saçlarına bakalım?
-Bu gün çok değişik bir şey istiyorum Ahmet! Artık imaj değiştirmeye karar verdim. Bu kunduz gibi siyah saçlarla beni kimse fark etmiyor. Saçlarımı şöyle uççuuukkkk bir sarıya boyar mısın?
Ahmet kulaklarına inanamamıştı. Ellerini beline koyup, yüzüne ciddi bir tavır takınarak:
-Ama Buse! Ben seni bu halinle seviyorum.
Buse neye uğradığını şaşırmış, zafer kazanmış bir komutan edasıyla:
-Sahimiiii!
Emine 22/02/2010