7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
676
Okunma

Eve geldi. Odasına girdi ve kendini yatağına attı. Gözlerini bir müddet anlamsızca tavana dikerek baktı. Kendini duygusuz bir robot gibi hissediyordu o yerde.
Orası onun hapishanesiydi. Serçenin kuş kapanına hapsedildiği o anları her defasında yaşıyordu .Kaçmaya çalıştıkça, o kapan iyice sıkıştırıyor ve canını daha fazla acıtıyordu. Cılız çıkan haykırışları ise duyulmuyor, kaybolup gidiyordu.
Oraya ilk düştüğü anlara kaydı birden düşünceleri. Çok genç ve tecrübesizdi henüz.Belki de biraz korkaktı. Kendi gölgesinden bile korkuyordu. Veya çaresizliğinden işine öyle gelmişti kim bilir… Ama düşmüştü işte.
Çocukluğuna döndü. Çiçeklerle dolu bahçesine. Kelebeklerin konduğu gül fidelerine. Kiraz ağacına,yanındaki erik ağacını hatırladı. Hemen az ötesine duran babasının elleriyle yaptığı salıncağını, kiraz ağacına tırmanıp, kurduğu hayalleri hatırladı.
Kardeşleriyle attığı kahkahaları, küçük bir sebepten aralarında çıkan kavgalar gözünün önüne geldi. O günler hayal miydi? Çok eskilerde kalmışlardı. Unutulmaya yüz tutmuş antik şehirlerin görüntüsündeydi. Silikleşmiş, unutulmaya yüz tutmuş anılardı onlar.
Sonrasını hatırladıkça yüzü buruştu ve asabileşti tavırları. Hatırlamak istemediği anılara gelmişti sıra. Üstünü kapatmak istedikçe, onu rahatsız edercesine ortaya çıkarlardı nedense. Kaderine kızardı. Babası kazada ölmeseydi, bütün o kötü günleri yaşamayacaktı belki de. Fakat ölmüştü. Arkasında da çaresiz bir genç dul ile üç öksüz yavru bırakmıştı.
Ne o şen kahkahalar kalmıştı o bahçede, ne de kelebekler. Arsız bir rüzgâr bir anda savuruvermişti.
Gözlerinin önünde, tanıdık gelen ve ona acı veren, bir Türk filminin, dramatik sahneleri geçiyordu sanki.
Çorap söküğü gibi gelmişti arkası. Genç bir dul göze batmıştı. Bir de güzel olunca, işler daha da karışmıştı. Çaresizdi ve çaresizliğine de mahkûm bir ruha sahipti annesi.
Bir süre sonra imam nikâhıyla evlenivermişti o adamla. Hiç sonuçlarını düşünmeden, hesaplamadan. Ya da işine gelmemişti.
Hiç beğenmiyordu üvey babasının bakışlarını. Onunla göz göze gelmemeye çalışıyor, hatta onunla konuşurken başka tarafa bakıyordu. Genç kızlık güzelliği emareleri hızla vücuduna yansımıştı. Kendisi de farkındaydı değiştiğine, çevresi de. Özellikle de üvey babası. Ona yakın davranmaya çalışıyordu. Bahanelerle, yanına yaklaşıyor, seviyormuş gibi göstererek el temaslarında bulunmaya çalışıyordu.
Bir şeylerin ters gittiğini fark ediyor fakat kimseye anlatamıyordu bu durumu.
Uykusunun en ağır yerinde, üzerine binen çok ağır bir yük ile uyandı. Bağırmak istiyor fakat ağzını kapatan güçlü bir elin yüzünden sesi çıkmıyordu bir türlü. Kurtulmaya çalışan narin bedeni, ağırlığın altında çaresizce çırpınıyordu. Bir süre sonra da takatsiz kalmıştı.
Geriye kalan ise incinmiş bir ruh ile kan damlalarının kirlettiği bir yatak ve iç çamaşırları. Hayalleri, iffeti ve onuru ise kör karanlık içinde buhar olup, uçup gitmişti bilinmeze.
O gece çok düşündü. Ağlayamadı. Ağlasaydı belki de rahatlayacaktı. Anlatamazdı. Anlaşılmayacaktı. Dava edemezdi. Davası görülemezdi. Çaresizdi. Tıpkı, kuş kafesindeki serçe gibi. Sadece titriyordu.
Gecenin karanlığında, değiştirdiği çamaşırlarını bir poşete koyarak çıktı evden.En yakın çöp kutusuna çamaşırları ile o anları hatırlatacak ne varsa çöpe attı. Yola çıktı. Yol onu nereye götürürse gidecekti. Kalamazdı o evde. En fazla, evden kaçtı diyeceklerdi. Her gün ölmektense bir kez ölür, bir kez lanet okunurdu ona.
Çıktığı yolculuk onu oraya getirmişti. Her gün ölüyordu yine. Fakat o akşamki gibi iğrenmiyordu kimseden. O kader kurbanıydı. Annesinden bu şekilde doğmamıştı. Tertemiz doğmuş, insanlar kirletmişti.
Uyudu kaldı. Öylece, yıllar öncesi akıtamadığı göz yaşları, yastığına kocaman bir iz bırakmıştı.