4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
717
Okunma

Bin dokuz yüz altmış darbesinde küçüktüm henüz. O günkü olayları yazmaya kalkmam doğru olmaz. Fakat sonuçlarını duyuyoruz, okuyoruz. Sonuçta demokrasi rafa kaldırılıyor, idam sehbaları kuruluyor ve yüreklere sonsuza dek silinmeyecek acılar işleniyor. Ülke tarihine kap kara lekeler. Yıllar sonra gelen özürler, itibar iade etmeler, çok fazla bir şeyi değiştiremez. Onaylamak mümkün değil.
Bin dokuz yüz seksen darbesini en güzel çağımda, öğrenciliğimde yaşadım. O darbenin öncesinden ve sonrasından söz edebilirim burada.
Gençlik önce, sağcı- solcu diye iki ana parçaya bölünmüştü. Sonra sağcılar kendi aralarında Milliyetçi- Dinci olarak ; solcular da yaklaşık otuz sekiz fraksiyondu. Kimisi demokrat, kimisi Kürt milliyetçisi, kimisi Mao’cu, Marksist,Leninist vb. Sağcılar Faşist-Gerici diye, solcular Komunist diye adlandırıldı.
Yalnız gençler değil, öğretmenler, memurlar, polisler bile bölündü. O dönemde askerlik yapanlar, orduda bile bu tür bölünmelerin olduğunu söylerler. Üstelik öğretmenlerin ve polislerin bu bölünmüşlüğün kanıtı olarak, legal dernekleri bile vardı.
Neredeyse bütün fabrikalar greve gitmiş, maksatlı olarak, sendikalar tarafından anlaşmazlıklar çıkartılmıştı. Sana yağı, şeker, sıvı yağ, tüp, benzin bulunamayanlar- satılmayanlar - olarak günlük yaşantının bile sekteye uğramasına sebep oluyordu. Ben derse girmeyip de bu tür ihtiyaçlar için saatlerce kuyruklarda beklediğimi biliyorum. Ne yazık ki yokluk değildi sebebi. Grevler de yokluklar da, hepsi maksatlı.
Okullarda karşılıklı gruplar sürekli çatışıyor, eğitim yapmak mümkün olmuyordu. İTÜ Makina Fakültesi’nde, Teknik Resim hocamız, Prof. Malik beyin, siyasi gençler tarafından kürsüden indirilmesi, halâ hafızamdan çıkmamıştır.
Sokak çatışmaları, yol kesmeler, adam dövmeler, vurmalar , hepsi günlük yaşamın birer parçası olmuşlardı. Bütün bunların, yapılmak istenen bir darbenin , alt zeminini oluşturmak için, karanlık güçler tarafından- özellikle ABD- tezgâhlandığı bu gün anlatılıyor.
Üstelik çok daha ileri gidilip, önemli kişilere suikastlar düzenlendi. Sendika başkanları, gazeteciler, profesörler öldürüldü. Yeni eğitim yılına çoktan başlaması gereken okuluma, bilgi almak için gittiğim gün, fakülte sekreteri bana , daha o gün Ord.Prof.Bedri Karafakioğlu’nun katledildiğini söylemişti. Okulun süresiz tatile girdiğini ve bu gidişle açılamayacağını belirtmişti.
Önce sıkıyönetim ilân edildi. Okullar açıldı. Fakat fazla bir şey değişmedi. Ne normal eğitim alabildik, ne de çatışmalar, suikastlar durdu. Okuldaki askerlerin davranışından,bir çok şeye boş verildiğini biz de görebiliyorduk.
Sonunda on iki Eylül darbesi beklendiği şekilde yapıldı. Yani göz göre göre yapıldı. Sağcısı da solcusu da biliyor ve bekliyordu. Üstelik yabancı istihbarat güçlerinin, bizden daha iyi takip ettikleri, olacakları bildikleri hatta yönlendirdikleri bile bu gün anlaşılıyor.
Bin dokuz yüz altmış darbesinin, sağcılara, bin dokuz yüz seksen darbesinin ise solculara karşı yapıldığı söylenir. Oysa her ikisi de Türk halkına ve demokrasiye karşı yapılmış darbelerdir. Çünkü sonucunda tüm ülke zarar görmüş, yıllar öncesine geri dönülmüştür.
Yitirilen gençlik, heba olan gelecekler, canlar, ağlayan anne- baba-eş ve çocuklar. Ben de son darbenin kurbanlarından biriyim.
Burada bir konuya daha değinmek isterim : Özellikle son darbede orduya alkış tutanların çoğu, şimdi, bu günkü iktidarın saflarında, darbeci diye nitelendirdiklerine kin ve öfke kusmaktalar.
Burada şunu demek istiyorum : Mevcut gidişattan, iktidardan memnun olmayan iç ve dış güç sahipleri, darbe yapmayı düşündüklerinde, öncelikle bir zemin yaratmak istiyorlar. Öyle bir zemin olmalı ki , halk darbeyi arzu etsin, haklı görsün !
Şimdi bu bağlamda, ’Ergenekoncu, Balyozcu vb. ’ nitelendirilen askerler, bürokratlar bu zemini yaratmaya kalkışmakla suçlanıp, yargılanıyorlar. Olabilir ! Geçmişte olmuşsa, bu gün niye olmasın ?
İktidarın, yargının, emniyetin ve hatta ordunun, böyle bir duyum aldığında gerekeni yapması halkın ancak ortak arzusu olabilir. Fakat, meydana çıkarılan deliller ve uygulamalar inandırıcı olmalıdır.
Türk halkı darbeci midir ? Mümkün mü ? Öyleyse neden önemli bir kesim, adeta darbe hazırlığı yaptığı gerekçesi ile yargılanların arkasında yer alıyor ? Düşünülmesi gereken budur işte.
Samimiyet ve tarafsızlıktır istenen. Böyle önemli bir olayın, siyasî rant sağlama amacıyla tezgâhlanmadığından emin olmak isteniyor. Gerek bu günkü, gerekse ondan önceki Genelkurmay Başkanımızın darbe yanlısı olmadığı, gün gibi ortadadır. Samimi olunduğunda her ikisi de her türlü desteği vermektedir ve verecektir de.
Samimiyetsizliğin en önemli kanıtı ; bilgilerin ordu içine sızmış, kimin adamı olduğu belirsiz kişiler tarafından çalınması ve doğruca emniyete değil de Taraf gazetesine ulaştırılması, direk halka sunularak doğruluğu kesin olmayan bilgilerle insanların ve hatta ordunun zan altında bırakılıyor olmasıdır.
Bilgilere ulaşan her kimse ; gerçek amacı bir tezgâhın ve suçun ortaya çıkması, suçluların cezalandırlması ise eğer, bu bilgileri emniyetle paylaşması gerekir. Emniyet sümen altı yaptığında, halka açıklanmasını herkes destekler.
Uygulamalar, samimi olunmadığını kanıtlıyor. Ordu aleyhindeki her sözde bilgi, hemen üstlenilip siyasi rant edilme yarışına düşülüyor. Ordu adeta düşman gibi gösterilip, halkın nezdinde itibarı zedeleniyor.
Kayıp trilyon davasında suçlu bulunup cezası kesinleşen hocaları ufak bir cezanın sonunda affediliyor. Dokunulmazlıkları olmasa, kendileri de aynı davanın sanıklarından olan bu insanlar, önemli bir bağış kuruluşunun topladığı paraları, partilerinin ve onları destekleyen televizyon kanalının kuruluş ve finansmanı için harcandığının kesinleştiği davayı, halktan gizliyorlar.
İşlerine gelmeyen davalarda yargıya müdahale etmek, her fırsatta orduya saldırmak, yandaş medya yaratıp, kendilerinden olmayan herkesi susturmaya alenen çalışmak, muhaliflerine en ağır hakaretlerde bulunmak, ikide bir imam-hatip okullarını, kat sayı olaylarını, türban meselesini gündeme getirmek, devlete ait arsa, bina, tesis gibi varlıkları, yandaşlara peşkeş çekmek, seçim önceleri usülsüz dağıtımlar..
Peki bütün bu saydıklarım da bir darbeye zemin hazırlama faaliyetlerini andırmıyor mu ?
Bu gün ülkede - eğer doğruysa - iki tarafın karşı darbe tezgâhları vardır ! Bir taraf rejimin tehlikede olduğu iddiasıyla, mevcut iktidarı uzaklaştırmayı planlarken, diğer taraf da, onları bahane ederek, demokrasi, özgürlük masalları altında, Cumhuriyete savaş açmakta ve din devleti gibi bir rejimin hesaplarını yapmaktadır !
Oysa halk, ikisine de karşı olmalıdır. Ülke yönetiminin askerî vesayetten tamamen kurtulması, askerin siyasetin dışında kalması, Genelkurmay Başkanlığının, Millî Savunma Bakanlığın’a bağlanması bile şarttır. Buna karşılık, din devleti benzeri rejimler de asla onaylanamaz. Kimseye yararı olmaz.
Askerin de, polisin de , vekilin de dokunulmazlıklarının sınırlı olduğu bir demokrasi istiyoruz. Sivil bir anayasayaı herkes istiyor. Halkın gerçek iradesinin ortaya konabileceği bir seçim ve siyasi partiler yasasının çıkmasını herkes ister. Ülkede kimseye etnik ayrımcılık ya da kayırmacılık yapılması kabul edilemez.
Son bir söz daha : Darbecilere karşı olmakta samimi olunsaydı eğer ; dedikodulardan önce, gerçek darbecilerin yargılanması yoluna gidilirdi !
Fikret TEZAL