Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
emine pisiren
emine pisiren

"HASTA ADAM" ELBİSESİNİ ÇIKARTMANIN ZAMANI GELMEDİ Mİ?

Yorum

"HASTA ADAM" ELBİSESİNİ ÇIKARTMANIN ZAMANI GELMEDİ Mİ?

4

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

1556

Okunma

"HASTA ADAM" ELBİSESİNİ ÇIKARTMANIN ZAMANI GELMEDİ Mİ?

Bir Uzakdoğu sözü aklıma düştü:

“…Eğer bir ülkenin adliye basamakları yosun tutmuşsa,
“…Eğer bir ülkenin hastane basamakları aşınmamışsa,
“…Eğer bir ülkenin okul basamakları aşınmışsa,
“…O ülkede huzur, barış ve refah var, demektir…”
Huzurumuz yok…
Barış içinde değiliz/hatta kendimizle bile…
Hiç-kimse el ele değil ve o hiç-kimse, kendi de değil artık…
Halk fakru zaruriyet içinde olduğu gibi; artan fuhuş, hastalık ve hırsızlıklar yüzünden, “Hasta Adam” sıfatlamasından kurtulamayacak. BOP projesine en uygun bir “Türk Halkı Psikolojisi” ile ortak ”kozmik bir ruh” çerçevesinde preslenmiş durumdayız…
Kısacası bu sükut ve sessizlik kusmadan öncenin bir “mide” bulantısına benziyor…
Mide asiditesi çok yüksek ve bu asit fazlalığının vereceği en bariz komplikasyonu;
Önce “gastrit” sonra “ülser” daha sonra da “yırtılma” ve ardından kanama başlayacaktır.
Şayet yırtılan mideye cerrahi girişim uygulanmazsa; kan kaybından dolayı “hayati tehlike” baş-gösterecektir.
İnsan yaşamı çok değerlidir. Doğru bilgi, beraberinde doğru eylem getirir.
Yanlış bilgi, biz insanları kötü sonuçlara taşıyacağı gibi kendisinden sonra gelen geleceğin de izleyeceği yola ışık olacaktır.
Bütün bu bilgiler birikecek, düşünce kirliliği sonrası “bilgi gen şifrelerimizin” kırılmasına neden olacaktır.
Peki biz nerede hata yaptık? İyileşebilir miyiz? Geçmiş tarihimize baktığımızda madem “Hasta Adam” teşhisi konulmuş, o halde neden tedavisine ve çözümüne gidilmiyor?
Öyle ya!..Doktora gideriz, bir alay tetkik ve analizler sonucunda, bir tanı konulur; ya ilaç tedavisi başlanır, ya da ameliyat edilir.
Ama önce doktor hastaya birkaç soru sorar, değil mi?
Öncelikle biz;Neden toplum olarak hastayız?
Duyarsız/agresif/hazır ve fast food tüketen/bıkan vb bir toplum psikolojisine neden kapıldık?
Ne zamandır/ neden en değerli duygularımızı/değerlerimizi de hızla tüketen bir toplum olduk?
Neden yalnızlık-larımıza sığınıp, kendi içimize kapandık?

Ülkemiz insanı her an panik ile bir kaosa karışacak ruh/halet-i içinde…
Bunu anlamak/görmemek için kör mü olmak gerekir?
Hayır!
Herkesin, her an birbirini yanlış anlaması/algılaması bile düşündürücü değil mi?
Önceden bizler böyle miydik?
Anlayışlı, saygılı, sabırlı, güvenilir, hoşgörülü, yardımsever, konuksever, ikram sever, merhametli/şefkatli, paylaşımcı, duyarlı değil miydik?
Ne değişti de biz kendimize/karşımızdakine yabancılaşıp, duyarsızlaşıp, yalnızlaştık?
Sorular üşüştükçe ruhumun üşüdüğü an gibi titredim. İşte korkunun “o acı sıvısı ” ağzımın içine dolmaya başladı. Yutkundum, acı sıvıyı mideme gönderdim.
Midem yanmaya başladı. Bir anti/asit tablet alıp, yeniden düşündüm. Düşünürken de belleğimden aklıma doğru;
rafine edilerek sızan soruların ardını kesmeye çalışıyordum kendimce.

Korku kültürleri bize ne zaman “ilk kez” ekildi?
Biz korkularımızla nasıl başa çıkabiliriz?
Ne kadar da kolay fethedilecek ve düşüncelerimizin kontrolünü bizden öteye sürebilecek; bir kozmik ruhsal zeminimiz varmış!

İlk doğduğumuz güne doğru düşünce turuna yol aldım: Hemşire veya ebe yüksek sesle düşünüyor:
-Ağlamıyor bu bebek
Ardından doğumu yaptıran ebe bebeğin minik ayaklarını; tek eliyle sıkıştırdığı ve tepe aşağı “bir sarkaç” gibi salladığı bebeğe “şak” diye bir şamar patlatır.
İlk ŞOK!
Dünyaya ilk kez sıcacık bir cennetten gelen minik tene, vurulan ilk tokat atılmıştır bir kere!
Ardından bir avaz “ınga” sesi ve titreme başlar. Öyle ya anne yavrusunu karnında; 37-37,5 derecede üşütmeden tam dokuz ay, himaye etmemiş miydi? Şimdi kara bırakılmış gibi beton zeminde titreyişlerdeydi bebek, kundaklanmayı bekliyordu. İşte ilk kez, o ilk doğduğu anda şiddetle tanışır bebek…Üç yaşına kadar annenin himayesinde güvenle büyür. Sonra sıcak anne kollarından dış dünyaya ilgi başlar. Ayaklanır, çevreyi öğrenme süresinde, merak ettiği canlı cansız her nesneye dokunmak ister . Ve çocuk ilk korkuyu tetikleyecek sözlerle tanışır:

“Öcü gelecek!..”
Kendisine gelecek olan tehlikenin varlığı işte bu sözlerle sunuldu; ne ve ne zaman geleceğini, bilememenin kaygıları yüklendi minik belleğine. Kendine ve dışarıya olan ”güven duyguları” zafiyet geçirmekteydi. Korku duyguları sızar yavaş yavaş…
Büyüdükçe güçlenen minik kasları, hareket isteyen kemik sistemine direnmekteydi. İşte bu anlarda ailesi ve çevresinden “yaramaz” sözcükleri işitince;
“Polise- askere- söylerim bak!..” uyarı sinyalleri verilmektedir, sıklıkla…
İşte bu yaşlarda, güce karşı direnmemeyi, şiddetin geleceği hissettirilip, haklı olsan dahi verilene razı olup, “yap/yapmalar-la” susmalar öğretildi.
Hala anımsarım, o çocukluk yıllarımdaki bir kareyi:
“Ne zaman asker ve polis görsem, annemin eteğine sarılıp, ürkerek saklanırdım. Daha o zamanda korku minik yüreğime yerleşmişti…”
Ve çocuk yedi yaşına gelmiştir. Okul yollarına yolculuk başlar. Merhaba hayat! Öğretmene “eti senin kemiği benim” diye teslim edilir.
Anne kucağından, okuldaki öğretmen ellerine teslim edildiğimiz süreçlerimiz; böyle bir duygusal travmayla tamamlanmıştı.
Öğretmeni yeterince dinlemek şöyle dursun, bildiğimiz dersi bile utancımızdan/özgüven eksikiğimizden dolayı; lal olmuş gibi söyleyemez, sınav kaygıları ile karın ağrımız başlar, güven eksikliği yaşar, parmağımızı kaldıramazdık bile…
Öyle ya, ”Bak öcü gelecek!” sözlerinin tesiri vardı, çocuk yüreğimizde…

Okulda hastalıklara karşı aşılanacağımızda, ne zaman hemşire veya bir doktor görsek; beyaz önlüklü, aşı sırasının en arkasına kaçar, görünmez olmak isterdik. O gün okulu asar ya da tebeşir tozu yutar ateşlenir okula gitmezdik.
Öyle ya; ne zaman bir ağaca tırmanmak istesek, ne zaman kendi oyun bahçemizde yuvarlanıp; düşüp, üstümüzü çamurlasak, yaramaz olduğumuz düşünülmüştü:
“Doktor amcaya söylerim bak, sonra seni keser!..Hemşire şimdi gelip, sana kocaman iğne yapar!” sözleri ile uslu durmamız isten-memiş miydi?
Hiç unutmam erkek kardeşimin, sünnet yatağından kaçışını…
“Yaramazlık edersen…Bak, pipin kesilir ha!.. sonrada pilav üstü yenecek…” sözleri ile yedi yaşına taşınmıştı, korkularını…
İşte böyle psikolojik koşullanmayla, bozuk bir alt yapıyla ilk-orta-lise-üniversite okul sıralarımızdaki, toplumdaki yerimizi aldık.
Kendimin, farkında olup da “kişisel gelişimim” için hayatın içinde deneyimlerle, törpülenip, doğrulup azınlıkta kalan “düşünen-üreten” biri olma çabalarım hala sürmektedir.
Öyle ya, henüz çok küçük yaşlarımızda, yanlış eğitimlerle korku ile tanıştı; minik yürklerimiz. Kolay mı değişmemiz?
“Hasta olma” korkularımız türemişti içimizde…Bu durum hep böyle süre-geldi ve bilgi genlerimizle nesilden nesile taşındı, asırlardır.

Sonuç:

Bu ruhsal durumumuz; bir başkalarının ”düşüncelerimizin” kontrolünü çok kolayca ele geçirmelerini sağlayacaktır.
Hele ki hala sağlıklı düşünemeyen, eğitim/öğretimdeki yanlış bilgilerle donatılmış bir sistemin içindeysek…
Hele ki, emperyalist dış güçlerin ”TÜRKİYE TÜRKLERE BIRAKILMAYACAK DERECEDE ZENGİN BİR ÜLKE” diye değer biçip, yıllar önceden fişledikleri güzel yurdumuz hakkındaki planları, günümüzde sümen altından çıkartmışlarsa…
“Hasta Adam” elbisesini çıkartmanın ve iyileşmenin zamanı gelmedi mi?

Emine Pişiren/Edremit-Akçay

26.Şubat.2010

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
"hasta adam" elbisesini çıkartmanın zamanı gelmedi mi? Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz "hasta adam" elbisesini çıkartmanın zamanı gelmedi mi? yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
"HASTA ADAM" ELBİSESİNİ ÇIKARTMANIN ZAMANI GELMEDİ Mİ? yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Hikmet Özkul
Hikmet Özkul, @hikmetozkul
28.2.2010 00:11:14
sevgili arkadaşım geçmişte başımdan geçen bir olayı anlatarak yorumuma devam etmek istiyorum. muğla sivil savunmada görev yaptığım için resmi kıyafet giyiliyordu teşkilatımızda, ben dış görevli olduğum için sivil kıyafet giyiyordum. ne zaman bir devlet büyüğü gelirse o zaman bir iki saatliğine resmi giyiyordum,yıl 1988 yatağan'a kenan evren geldi, tabiki resmi elbiselerimi giydim ve tören yerinde sigara içmek istedi canım. sigaraya karşı iradem çok zayıf olduğu için kalabalığın arkasına dolaştım sigara içmek için, keşke gitmeseydim... 4 yada 5 yaşlarında çocuk eziyet ediyor annesine, kadın çocuğa bak polise bir veririm seni bir daha beni göremezsin seni keserler öldürürler dedi ama ben ne olduğumu bilemedim. sanki kaynar sular başımdan aşağıya döküldü. hemen ordan ayrıldım töreni aklıma bile getirmeden kıyafetimi çıkarıp attım ve yemin ettim bir daha resmi elbise giymiyeceğim diye. o günden sonra on dört defa disipline gittim, yedi kez maaşın sekizde bir ceza ödedim. çünkü o küçücük çocuğun korkuyla bana bakışını hiç unutmam ve hala gözümün önünden gitmez, bir gün itfaiye haftası nedeniyle okulda derse girdim. bir müddet anlattıktan sonra soru sorayım dedim bir iki çocuğa sordum, aradan bir el kalktı soru soracak diye söz hakkı verdim ama nefesim kesildi çocuğu görünce. bedenim buz gibi oldu çocuğa evet sor demiş bulundum, sen polissin itfaiyeci değilsin sen çok kötü adamsın çocukları götürüp öldürüyorsun, burdan kimi götürcen diye soru yöneltti. işte o gün o anneden nefret ettim tanımam bilmem ama o annenin başlı başına kişilik bozukluğu olduğu kanısına vardım, hiç bir anne çocuğunun psikolojisini bu denli, etkilemeye hakkı yok. çocuğunun askere, polise yada her hangi bir resmi elbiseli kamu görevlisinden korkulmayacağını onlara güvenilmesi gerektiğini öğreteceğine, bizzat onları can düşmanıymış gibi gösteriyorlar. dediğiniz gibi ilk önce eğitim, eğitimin olmadığı her yerde kötülük kök salar. bu güzelim ülke ne çektiyse eğitimin temeline enilmediği için çekiyor. yazınızda başından sonuna kadar haklı olduğunuzu belirtmeden geçemiyeceğim ve çok çok yerinde anlatım. yazınız sayesinde geçmişte başımdan geçen kötü bir yaşamışlığımı anlattım şu an biraz kendimi biraz daha iyi hissediyorum... arkadaşım aslında yazın için yazılacak çok şeyler var ama anlayacak ve ileriyi görebilecek toplum nerde. başbakan çıkıyor televizyonda yazarları işsiz kalmakla tehdit ediyor,patronlarına açık açık gözdağı veriyor. A K P nin vekilleri toplantılarında kendini bilmez bir şekilde cumhuriyetçileri kanı bozuklukla, soysuzlukla suçluyor. bir diğeri kin ve nefretle kırk yıl sonra bizde bunları fişliycez diyor. benim anlamadığım bunlara oy verenler TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI DEĞİLMİ.? o vatandaşların verdikleri oy larla vekil seçilip evlerine ekmek götürdüklerini ne zaman anlayacaklar... ve hala ne partilerden nede sivil toplum örgütlerinden yargıyı saymıyoruz artık o kendini bile kurtaramıyor, ordu gibi ama en azından kınama yapabilirlerdi.... çünkü sizinde üstüne basarak belirttiğiniz gibi bu toplum çocuk yaşta başlıyor sindirilmeye, demekki türkiyenin geleceği çok çok karanlık. böylesi güzel bir konuya yazında değindiğin için teşekkür eder, sevgi ve saygılar sunarım.
kurtoviç
kurtoviç, @kurtovic
27.2.2010 15:58:16
10 puan verdi
Okurken düşündürüyor.İleri geri sardırıp, düşürüveriyor akla;

***
"Halk fakru zaruriyet içinde olduğu gibi; artan fuhuş, hastalık ve hırsızlıkar yüzünden, "Hasta Adam" sıfatlamasından kurtulamayacak ve BOP projesine en uygun bir "Türk Halkı Psikolojisi" ile ortak "kozmik bir ruh" çerçevesinde preslenmiş durumda...
***
----Nutuk, gerçekten başucu kitabı.Bilimselliğe sımsıkı tutunmuş,davasına sevdalı,bağımsızlığa aşık,savaşçı halk önderinin ileri görüşlülüğü...
***
"Şayet perfore olan mideye cerrahi girişim uygulanmazsa; kan kaybından "hayati tehlike" baş-gösterecektir.
İnsan yaşamı çok değerli. Doğru bilgi, beraberinde doğru eylem getirir.
Yanlış bilgi, kötü sonuca götürdüğü gibi kendisinden sonra gelen jenerasyona model olacaktır.
Bilgi ve düşünce kirliliğine neden olup; bilgi gen şifrelerimizi detone edecektir. "
***

---Benim aklıma "İran" geldi,nedense...Karşılaştırdım,sonra...Şşşşşt dedim!
"Uyusun da büyüsün..."

***
"Korku kültürleri bize ne zaman "ilk kez" ekildi? "
***

---Telaşlanacak bir şey yok dedi,Amerikalı "Darbeyi bizim çocuklar yapmış!"
Cevap verdi diğeri;
"İleri/geri,Modern/Postmodern,Askeri/Sivil her neyse adı.Tabii ki bizim çocuklar"

***
"emperyalist dış güçlerin "TÜRKİYE TÜRKLERE BIRAKILMAYACAK DERECEDE ZENGİN BİR ÜLKE" diye değer biçip, yıllar önceden fişledikleri güzel yurdumuz hakkındaki planları, günümüzde sümen altından çıkartmışlarsa…"

***

Ben,aynı tespiti yapacağım yine;Bu hastalığın ilacı,"Nutuk".
Anlatmış,göstermiş...
Kör gözüme gözüme...demiş.

Bir kez denemişlerdi,hiç vazgeçmediler...

Varolun hep.Selam,saygı.Aydın yüreğinize...
Haticcay
Haticcay, @haticcay
27.2.2010 12:36:51
Emine Hanım, ahvalimizi çok güzel çok doğru özetlemişiniz. Kaleminiz yüreğiniz var olsun.
(Fikret Bey'e hiç katılamıyorum. Güldüm :)) balık hafızaya sahip miyiz acaba? Ülkemiz son yedi yıldan önce güllük gülistanlıkmış ta hiç haberimiz yokmuş. İşsizlik ve borç batağında oluşumuz da yeniymiş... Her ne kadar şimdi farklı gösterilmeye çalışılsa da, tam tersi emperyalist güçlere bir baş kaldırı var. Sömürgeci güçlerin ellerinde kukla gibi oynattığı, her yirmi yılda bir gerilere attığı, terörü hortlatıp başımıza binbir dertler attığı, her dediklerini yapan bir Türkiye yok artık! Ama sömürgeci güçler boş durmuyor. Olmayan irtica geliyor senaryolarını dayatıyorlar bize, çeşitli kamplaşmalarala, birlik beraberliğimiz, dirilmemiz, uyanmamız, kendimize gelmemiz engellenmeye çalışılıyor... )
Fikret TEZEL
Fikret TEZEL, @fikret-tezel
27.2.2010 11:28:30
9 puan verdi
''Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar zengin bir ülke'' sözünün gereği çoktan yerine getirildi maalesef. fabrikalarımız, millî kuruluşlarımız, bankalarımız ve hatta madenlerimiz bile çoktan eelrine geçti. Ordumuz bile % 80 bağımlı ABD'ye. halk ise yoksullaştırıldı, işsiz bırakıldı, cahil ve sağlıksız bırakıldı. Borç batağında olmayan, işleri yolunda olna, yarını garanti olan kimler kaldı bu ülkede ? Nasıl gülsün yüzler ? Dirilsek ne yazar, bu saatten sonra ? Her tarfımız kuşatılmış, işgal edilmiş. Çok geç kalındı, çok ! Şimdi ülkeyi bu hale getirenlerin tek hedefleri , bizi tam bir din bağımlısı yapıp , yokluğa, sömürülmüşlüğe razı olmak, şükretmek, '' kader'' deyip sineye çekmek. halk da buna çoktan hazır zaten. isyan edenler de '' din düşmanı, kâfir '' ve hatta '' kanı bozuk !'' oluyorlar anında.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL