15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3399
Okunma
Her insan gibi, benimde ulaşmak istediğim hedeflerim ve arzularım vardı. Bazı nedenlerden dolayı, hedeflerime ulaşamadım. Sıra arzularıma gelmişti. Maalesef, onlara da ulaşmam mümkün olmamış, erken denecek yaşta evlenip, evimin kadını ve çocuklarımın anası olmuştum.
Artık yapacak bir şey kalmamış, çocuklarımı en iyi şekilde yetiştirip, evimi idare etmek için çırpınmaya, kendime yeni hedefler belirlemeye başlamıştım. Yeni hedeflerimin, olmazsa olmazları arasında, kocaman bahçeli bir ev ve bahçesinde her çeşit ağaç olacaktı. Çam ağacı en önemlilerindendi. Çam ağacı için, büyük umutlarım vardı.
Şöyle ki, bahçemde kocaman bir çam ağacı olacak, altına sallanan bir kanepe koyacağım, kanepenin hemen önüne küçükte olsa, bir havuz yapacaktım. Emekli olunca, sallanan divanıma uzanıp, ağacımın gölgesinde kitaplarımı okuyup, yazılarımı yazacaktım.
Bu hayallerimi gerçekleştirmek için, çok çalışmam gerekiyordu. Ben de aynen öyle yaptım. Çok çalıştım ve istediğim kocaman evi yaptım. Sıra bahçesine dikeceğim ağaçlara gelmişti. İlk ağacım, Yüce Allah tarafından, bahçemde kendiliğinden çıkmıştı. Bu ağacım bir şeftaliydi.
Kasabamızın imarıyla ilgilenen iki mühendis, bahçeme girdiklerinde, benim küçük ağacımı gösterip, ‘kendimi çıktı, siz mi diktiniz?’ ‘Ben diktim.’ Dedim. Hemen çok bilmişlik yapıp, ‘kendi çıkan ağaç delice olur. Kökle onu, yer kaplamasın.’ Ben onları dinlemeyip, ‘Bekleyip göreceğiz.’ Diyerek, ağacımın dibine küçük bir yalak yapıp, her gün akşamüzeri, işten gelince ağacımı bir bebek gibi yıkadım. Ben onu yıkadıkça, ağacım parlayarak büyüyordu. Birkaç ayda, boyu dizlerimi geçmişti.
Mevsim yaz olduğu için, başka ağaç dikememiştim ama, çarşıda gezerken, teneke içine dikilmiş, güzel bir çam fidanının yanında büyülenmiş gibi kalakalmıştım. Ne yapıp edip, bu fidanı almalıydım. Fiyatının biraz pahalı olmasına aldırmadan, paraya kıyıp almıştım. Koca tenekeyi, tıslaya tıslaya dolmuşa kadar taşıyıp, meraklı bakışlara aldırmadan, dolmuşa yerleştirip eve getirmiştim. Hemen üzerimi değiştirip, kocamın bağırışlarına aldırmadan, ağacım için kocaman bir çukur kazarak dikmiştim. Kocam ise, ‘o ağaç çok büyür. Kökleri evin temeline girer ve evi yıkar.’ Diye durmadan bağırmasına, hiç kulak asmamış, ‘Katil mi benim ağacım!’ demiştim sadece.
Artık bakacağım ağaç sayısı iki olmuştu. Ağaçlarımı çok seviyor ve onları her gün özenle yıkıyordum. Bahar geldiğinde, şeftali ağacım, benim belime gelmiş, üzeri pembe çiçeklerle dolmuştu. Ağustos ayı geldiğinde ise, küçük birer kavunu andıran, tam dokuz tane meyvesi vardı üzerinde. Sanki kendisini beğenmeyenlere inat, incecik dallarının taşıyamayacağı kadar büyüktü meyveleri. Ağacıma destek olması için, çatallı çomaklardan, altlarına destek dikmiştim. Çam ağacım ise, oldukça hızlı bir şekilde, parlayarak büyüyordu.
Onu yıkayıp, dallarından düşen damlaları seyretmek, en büyük zevklerimdendi. Çamın hızlı büyümesine kimse akıl erdirememiş, ‘Bir çam bu kadar hızlı büyümez. Ne yapıyorsun da büyüyor?’ Diye bana takılmaya başlamışlardı. Aradan iki yıl geçmiş, hayatımda yeri doldurulamaz boşluklar olunca, yaşama sevincimi kaybedip, ağaçlarımla ilgilenemez olmuştum. Hayat devam ettiği için, evimin işini zoraki de olsa, yapmak zorundaydım.
Bir gün kilimi yıkamak için çatıya çıkarıp, ıslatarak fırçalamaya başlamıştım. Ben hareket ettikçe, başıma bir şeyler batıyordu. Başımı kaldırıp baktığımda ise, çam ağacım büyüyüp, çatıyı aşmıştı. Ben kendi derdime düşmüş, ağacımı unutmuştum. Birden kilimin yaş olduğuna aldırış etmeden, ağlayarak üzerine çökmüş, ‘benim güzel ağacım, sen büyümüş ve evin üzerine çıkmışsın. Ben seni görüp sevmesem de, sen hiçbir fırsatı kaçırmayıp, sana yakın olan saçlarımı okşuyorsun. Sevginin gücünü, bana ispat edercesine.’
Emine Uysal /21/02/2010