5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1015
Okunma
3000 yılları şüphe asırları olacaktı. 2090 yılında insanlar artık uzayı yaşam alanı olarak daha fazla tercih etmek zorunda kalmıştı. Teknoloji zamana bile ayak oyunları yapar olmuştu. Bu hız ve bilgi bombardımanı içindeki insan, insana ve kendine olan güvenini kaybetmişti. Patron ve amelelik sistemi yani SÖMÜRÜ, ruhları da içine alacak şekilde zülümet olmuştu. Zenginlerinde servetleri başlarına belaydı. Devirler pazarda satılsaydı yaşadığınız çağı alırdınız çünkü bu çağda yaşamak eziyet olmuştu.
Beş sene dolmadan doğma ha bebek.
Vaziyet bam başka vaziyet oldu.
Yaşamak işkence eziyet oldu.
Dalkavukluk üstün meziyet oldu.
*
Sanatkârlar sansar, dahiler şebek,
Sözümü dinlersen HİÇ DOĞMA BEBEK.
Yaşlanma hastalığı ölüm, ömrün uzamasına rağmen yok edilememişti. Elit zümre gizliden DNA’sına müdahale ettirip Nano teknolojinin inanılmaz nimetlerinden faydalanıyordu. Üstün zekâ, daha uzun ömür, yetenekli robot organlar gibi niceleri. Meslekler ölüyor meslekler doğuyordu günü birlik. Fahişelik ve çöpçülük halen ölmeyen mesleklerdendi.
2090’in kurası Cuma Efendi de çöpçüydü. Emeklisine az kalmıştı. Zamanının cahillerindendi. Gerçi 2090 da ehlisünnetin dışındaki hemen herkesin tabuları, doğmaları ve sapmaları vardı ve bilim adamı çıksa da aydın âlim çıkmıyordu.
İşini yaparken onlarca elektronik alet kullandığı için yoruluyordu.
Sabahın ilk ışıkları ile Cuma da işine koşardı. Son model sokak temizlik maksibüs’ü olan maksi tem ile kendisine ayrılan sokakları bir bir temizlerdi. Her sokakta ayrı ayrı hülyalar kurardı.
Herkesin içerisinden hiç çıkmayan bir derdi vardı elbette. Onun derdi de 5. sokaktaydı. Köşe bina 2. katta oturan Nimet hanımın dairesine takılırdı gözleri. Dul Nimet, yorgun bir günüm tek tesellisiydi. Mutlu oluyordu onu gördüğünde. Gönül çelen bir kadındı ve eşine de hiç benzemezdi. Kültürlü, modern, varlıklı ve kendinden emin bir kadındı. Modernliğin de bir sınırı yoktu ki. Cuma’ya göre en uçtaki en moderndi.
Nimet hanım, kısacık etek, çok şeffaf kıyafetlerle balkona çıkıp günün doğuşunu seyrederdi. İşte o zamanlar Türk lokumundan da cezp edici olurdu. Balkondaki cömert şovlarını izlerdi, oyalanırdı, oralardan ayrılamazdı Nimet içeri girene kadar. Davranışlar çağlara göre değişse de hoşlanma, bencillik, merak, kin gibi insanın yapısında bulunanlar değişmiyordu. Nimet’i izlerken kanı kaynıyordu. Lakin böyle albenili bir kadın, mahallenin çöpçüsüne bakar mıydı hiç? Ancak böyle göz zinası ve hayallerinde sahip olabilirdi Nimet’e. Bir lahza onu uzaktan görmek, hasretle yanan bağrına bir damla su oluyordu.
Onsuz geçerek ruhu karartan koskoca bir gün, hissiz ve duygusuz bir ölüm uykusu oluyordu. Elinde olan bir şey değildi bu platonik aşkı engelleyebilmek.
Yeni iş gününde biraz hızlı davranarak sabahın ilk ışıkları ile Nimet Hanımın balkonunun altına gelmişti Cuma. Bir kaç dakika sonra da mini kırmızı geceliği ile Nimet balkona çıkmıştı gün doğumunu seyir için. Belini dört parmak aşağı inen geceliğin içinde hiçbir şey yoktu. Cuma alttan, ikinci katın balkonunda dirseklerini demire koyup domalmış vaziyette kıpırdamayan Nimet’in altını seyrediyordu.
Bir süre sonra Cumayı fark etti ve tatlı bir tebessümle “ Kolay gelsin” dedi.
Nimet, hazinelerinin seyredilmesinden haz duyuyordu. Cuma’yı yok farz edip oralı bile olmuyordu. Cuma da utanmayı elden bırakmıştı ve gözlerini hiç ayırmadan her saniyenin hakkını veriyordu.
Açık kalan balkon kapısından hızla balkona fırlayan büyük kara bir köpek arkadan Nimetin üzerine koyuyordu ön ayaklarını. Nimet’in köpeği Şero idi bu. Cuma Efendinin gözleri yuvalarından fırlayacak oluyor adeta. Cinsini bilmediği bu kara köpek, kalkmış kamışını Nimet Hanımın mahremine makine iğnesi gibi işletiyordu. Nimet alışıkmış edası ile gülüyordu. Cuma’nın ağzı açık halini görünce, köpeği silkeledi Nimet. Denge yitiren köpek yine pozisyon alınca, köpek arkasında içeri girdi ve balkon kapısını, tülünü kapattı. Nimet’in Tülün arkasındaki silueti yere eğilip kayboluyordu. Cuma artık gözle değil hayal ederek beyni ile görebiliyordu. Bir süre sonra toparlanan Cuma hayıflanıyordu; “Köpek kadar değerimiz var mı be?”
Kaygan zemin üzerinde burada hayatlar
Dostluklar, aşklar
Ve bıçak sırtında bütün yarınlar
Seni yakar bu şehir
Seni oyar.
Sana da kıyar bu şehir
Sana da kıyar.