26
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
3015
Okunma


14 Şubat geldi… Hoş geldi.
Şubat ayının dolunayı yani... Ya da koca bir yılın 45. günü. Belki de birilerinin doğum günü. Olur ya; bazı dostlarımızın belki de düğün, nişan, nikâh, tanışma yıldönümleri.
Baktım da şimdi yukarıya, ne çok anlam yüklemişim… Saymışım sayabildiğim kadar, döküp sermişim orta yere.
Sakın beni güncelliğin gerisinde, haberlerden bihaber, zamanı yaşamayan, kelaynakların son temsilcilerinden de sanmayın ne olur.
Biliyorum, yarın önemli bir gün. "Sevgililer Günü" adı.
O kadar işte… “Sevgililer Günü”.
Değil "Sevenler Günü". Değil “Sevgi Günü”… Ya ne? “Sevgililer Günü”…
Şimdi bir sinema filmi adı olsa ve parça gösterseler bir sinema salonunda, her bu ismi tekrarlayışta nasıl can alıcı bir müzik vereceklerini hayal ettim bir an… Tok sesli bir sunucu ve inişli çıkışlı bas, yüksek ses yoğunluğunda bir müzik…
"Sevgililer Günü! Bu sinemada, 14 Şubatta!"
Hani “Evlenenler Günü”? Hani “Nişanlılar Günü”? Ya da ilk tanışanlar günü?
Bu günler olmaz! Olursa ekonomi kıpırdamaz.
Anneler Günü, Babalar Günü devam eder. Ekonominin dinamik güçleridir çünkü. Herkes annesini, babasını unutmaz, alır hediyelerini, canlandırır durgun ekonomileri. Heyecanı da cabası. Hadi bir de “Dedeler Günü”, “Nineler Günü” yapalım…
Olmaz! Yapamayız. Neden? Büyük ihtimal dede ve nine ölmüştür. Ölmese de torunların umurunda değildir. E yani, hediye alınmayacaksa, kazanç olmayacaksa neden bu günü icat etmek şimdi? Anneler Günü’ndeki, Babalar Günü’ndeki gibi kuyumcular, neon ışıklı yerler açık olabilir mi? Olsa da getirisi olur mu? Hele hele Sevgililer Günü gibi olabilir mi?
Maddesel dokunuşların prangalarına esir ise sevgi, “Sevda sıcağı”, ruh yerine tene odaklıysa, ısısı duyguları teğet geçip duyularda yaşatıyorsa arzuyu; huzurlarınızda 14 Şubat!
Eski sevdalar mı yanlıştı? Yıllarca hasret yangınlarıyla yanan yüreklerin, kavuşma özlemini sevgileriyle tutuşturmaları mı hata idi? Kavuşamayacaklarını bilip, yürek atışlarında sevda türkülerini dinleyenler mi rüyalardaydı?
Sanal denmeye başladı günümüzde bu tür sevdaya. Sevgi tanımlarının en başına "Sürekli ve mutlak dokunabilme" şartı yerleşti sanki. Telefondaki ses yetmez, ekranlardaki yazışma doyurmaz, düşüncelerde hissedebilmenin elektrikleri titretemez oldu. Haz olmadan sevgi, doyum olmadan sevgili olunmuyor artık… "Sevgililer günü" konmamış yeni bir ada sahip aslında... "Birliktelikler günü" olmalı bence...
Bu ruhla da kutlanıyor zaten! Sevgililik özdeş olmuş birlikteliğe.
Ne ala!
Dokunmak... Sarılmak doyasıya. Tenlerde hissetmek birbirini…
Sevginin yeni adı bu… Sevgilinin de adeta yeni tanımı bu!
Oysa eskilerde araç idi bu kavramlar sevdalarda; amaç değildi şimdiki gibi ve sevgileri yüreklerinde yakanlar “Sevgili” idi.
Uzaklarda olmaya asla tahammül yok artık… Hatta uzaklarda olunca sevmeye hak bile yok!
14 Şubat geldi. Romantizmin ruhen başbaşalığı yerine, gökten yağan yıldızların donattığı otellerin, rengârenk gazinoların ses sınırını aşan gürültüsüne yeğlenecek yine sevdalar… Şarkıdaki o "Ben yağmurdan yaştan değil, aşkından sırılsıklamım" dizesindeki sırılsıklamlık, dans pistlerinde akıtılan terler sanılacak. Ya da üzerlerine sıkılan köpük! Sonra da sevgi adına nutuklar atılacak, o -sözüm ona- sevda gecelerinde… Ve sevda şarkıları sadece başlarda geçiştirilecek. Sonrasında bol viski, bol şampanya için en hareketli, beyni uçuran, romantizmin o geceki cellâdı gürültülü müzikler…
Ama adı ne? Sevgililer Günü!
Hangi sevda gerçek, hangi sevda sanal? Dokunarak sanallaşanlar mı, dokunmadan doyanlar mı sevdalarına?
Ben bilmem! Ekonomistler bilir efendim!