12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1739
Okunma

Zeynep Hanım, elli beş yaşarında, çocuklarını evlendirmiş, eşi rahmetli olalı, iki yıl olmuştu. Çayını eline alıp, yağan yağmuru seyretmek için, camın önüne oturmuştu. Hem çayını yudumluyor, hem de, cama vuran yağmura bakıp, mazide bir gezinti yapıyordu. Yıllar önceydi:
Zeynep sabah ezanı okunmadan kalkmış, tarlaya gitmek için hazırlanıyordu. Kocası esneyerek:
-Ne çabuk sabah oldu ya! Daha uykumu almamıştım.
-Haydi kalk! Uykucu. Sıcak basmadan patlıcanı toplayalım. Daha su işi de var. Ne zaman bitecek bu işler?
Kocası Ahmet, istemeye istemeye yataktan kalkıp, traktöre kasaları ve karısının hazırladığı erzak sepetini yüklerken, Zeynep küçük oğluyla kızını uyandırıyordu. Kızı beş yaşında, oğlu ise bir yaşını doldurmuş, yeni yeni yürüyordu. Kızı İlkay, cin gibi bir çocuktu. Annesini pek uğraştırmazdı. Hemen uyanıp, kucağına annesinin ördüğü yün bebeği alıp, kapının ardına dikilmişti bile. Oğlunun bezini değiştiren genç kadın, O’nu sarıp sarmaladıktan sonra, kucaklayıp, kızı İlkay’ın da elinden tutarak traktör kasasındaki yerini almıştı.
Büyük bir homurtuyla çalışan traktör, karanlıkta yol alırken, sokaklarda kimsecikler yoktu. Tarlaya geldiklerinde, kucağındaki oğlu uyumuş, kızı ise hâlâ kucağındaki bebeğini sallıyordu. Saz çardağın altına, çocuklarını ve malzemelerini indiren kadın, köşeye çuvallardan yatak yapıp oğlunu yatırmış, kızına da:
-İstersen sen de yat. Daha erken.
Diyerek, eline patlıcan küfesini alarak, patlıcan toplamak için tarlaya girmişti. Kocasıyla beraber, sıcak bastırmadan bitirmek için, var güçleriyle çalışıyorlardı. Saat 10:00 olmuş, çocuklar açlıktan mızıklamaya başlamışlardı.
Doldurduğu küfeyi omzuna alan kadın, çocuklarını daha fazla ağlatmamak için çardağa gelmişti. Evden getirdiği yiyecekleri, masa gibi ters çevirdiği patlıcan kasasının üzerine koyup, oğlunu kucağına alarak emzirirken, kızını ve kendi karnını doyurmuştu.
Oğlunun bezini tekrar değiştirerek, kalan patlıcanı toplamak için aceleyle tarlaya girmişti. Patlıcan bittiğinde, saat 11:00 olmuştu. Hemen çardağa gelen karıkoca, aceleyle patlıcanları kasalara dizip, traktöre yüklemişlerdi. Kocası fazla zaman kaybetmemek için, eline aldığı bir dilim ekmekle, halin yolunu tutmuştu. Mal ne kadar erken teslim edilirse, alıcısı o kadar çok oluyordu.
Zeynep çocuklarını tekrar doyurup, su motorunu çalıştırmıştı. Kocası gelinceye kadar, ‘bir iki salma sulasam, fayda olur’ diye düşünüyordu. Yaklaşık bir saat sonra, kocası da elindeki çapayla, yanındaki salmadan başladığı sırada, İlkay’ın çığlıkları yeri göğü inletiyordu:
-Anneee yetişşşş! Sonay ölüyor anneeeee! Koşşşş! Sonay ölüyorrrrr!
Zeynep yılın ilk ayında doğduğu için, kızının adını İlkay, oğlu ise, yılın son ayında doğduğu için, onunkini de Sonay koymuştu. Sonay doğduğundan beri bronşit hastasıydı ve en olmadık zamanlarda havale geçiriyordu. Karıkoca koşarak çardağa geldiklerinde, küçük oğlu yerde, başı kesilmiş koyun gibi titriyor, ağzından köpükler çıkıyor, gözleri yuvalarından fırlamış bir görüntüsü vardı.
Zeynep çardakta bulunan içme suyunu eline alarak, oğlunun üzerine dökerken bağırıyordu:
-İmdattttt! İmdatttt! Yetişin oğlum ölüyorrrr! Yetişinnnn!
Yan taraftaki bağda üzüm kesen işçiler, genç kadının imdat çığlıklarını duyanca, koşup gelmiş, nasıl yardım edeceklerini düşünürken, yoldan geçen taksiyi, biri koşup durdurmuş, hasta çocukla karıkocayı, hastaneye yollamışlardı.
Günlerden Pazar olduğu için, taksi şoförü:
-Bu gün Pazar. Hastanede doğru dürüst doktor yoktur. Benim tanıdığım bir doktor var. Ben sizi oraya götüreyim.
Ünlü bir doktorun evine götürüp, kapı zilini çalmıştı. Kapı açılınca, Zeynep’le kocası yukarıya çıkmış, taksi şoförü aşağıda kalmıştı. Yukarı gelenleri ve hasta bebeği gözden geçiren doktor, bebeğe gereken tedaviyi uygulayıp, karıkocaya dönüp:
-İlaç alacak paranız var mı?
Çünkü karıkocanın dizinden aşağısı çamur içinde, paçalarından sular damlıyordu. İkisinin de, ayaklarında ayakkabı yoktu. Adam elini cebine soktuğunda, beş kuruş çıkmamıştı. Bunu gören doktor, muayene parası almayıp, ilaç parasını da kendi cebinden vermişti.
-Yazdığım ilaçları hemen bir nöbetçi eczaneden alın ve bu çocuk iyileşinceye kadar her hafta bana getirin.
Karıkoca mahcup bir şekilde, minnetle doktora teşekkür etmişler, iyileşinceye kadar çocuklarını, hiç para vermeden doktora getirmişlerdi. Genç kadın öyle güzel dualar etmişti ki, doktora… O doktor şimdi kim bilir neredeydi…
Elindeki çay bardağını masaya koyarken, gözleri hala yağan yağmurda olan Zeynep, derin bir iç geçirip, gözünden süzülen yaşlara engel olamayarak:
-O Doktor nerede olabilir? Şimdi olsa olsa, cennetin en güzel köşklerinin birindedir.
Emine Uysal/02/02/2010