13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1500
Okunma
Çocukken aynı mahalle de otururduk. Adı Osman dı’. Belki de en iyi arkadaşımdı. Hatırlıyorum da, o zamanlar annesi, bizim bu Osman’a hep renkli, cicili bicili kız elbiseleri giydirir, saçını uzatıp bir güzel tarardı. Annemlerden duymuştun o zaman, meğer Osman’ın annesi hep bir kızı olsun istermiş. Kendini o kadar şartlandırmış ki, Osman doğunca ona hep bir kız çocuğu gibi davranmış.
Ortaokul yıllarına kadar durum böyle devam etti. O dönem bir şey fark etmiştim. Osman’ın giyinişi kadar davranışları da bir tuhaflaşmıştı! Bir erkek çocuğundan çok bir kız gibi davranıyordu. O’nun bu halini fark eden çocuklar onunla çoktan alay etmeye başlamışlardı. O zamanlar sınıfta O’nun en candan dostu bendim. Çok iyi bir çocuktu aslında. Garipti. Sessizdi. Elinde ne varsa herkesle paylaşırdı. Babası, o daha çok küçükken annesinden ayrılmıştı.
Geçenlerde, Beyoğlun da eşim ve kayın pederim yürüyorduk. Gözlerim bir an az ötede ki kalabalığa takıldı. Orada bir şeyler oluyordu! Polisle bağıra çağıra münakaşa eden birilerinin sesleri geliyordu. Onların çevresine toplanan insanlar da gülerek ve alay edercesine olanları izliyorlardı.
Merak ettim, oradan geçerken yanaşıp bakmak istedim. Polisle tartışan kişilere dikkatle bakınca gözlerime inanamadım! Bunlardan birisi benim çocukluk arkadaşım Osman’ dı. Ama beni en çok hayrete düşüren Osman’ın tuhaf görünüşüydü. Sapsarı uzun saçları, ve altında minicik bir eteği vardı. Kısaca canım arkadaşım cinsiyet değiştirmişti.
İçim sızladı. O an ne yapacağımı bilemedim! Herkes, onların tartaklanmasını bir komedi filmi seyreder gibi kahkahalarla izliyordu. Yanıma gelen eşim ve kayın pederimde aynı şekilde olanları anlama derdindeydiler.
Polisler, Osman’ı kolundan tutup zorla ekip arabasına bindirmeye çalışıyordu.
Dayanamadım. Atladım kalabalığın ortasına. Polis memurlarının yanına giderek,
“Bir saniye, polis bey” deyip Osman’ı kolundan tutum. Eşim ve kayın pederim gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış bana bakıyorlardı. Benim de yüzümde kızarmış, vücudumu ter basmıştı. Bu arada olanları büyük bir keyifle seyreden topluluk, yeni bir oyuncunun oyuna dahil olmasıyla daha da coşmuştu.
Osman salaklaşmış bana bakıyordu! Beni tanıyamadı önce, herhalde sivil polis zannetti.
“Osman, benim, Ufuk” dedim. “Çocukluk arkadaşın.”
Osman, bana baktı.. Baktı! Sonra utanmış ve mahcup birisinin haliyle,
“Ufuk! Sen misin?” dedi. Sonra ne olduysa birden ağlamaya başladı. O an sanki etrafımızı saran kalabalık yok, sadece birbirini çok özleyen iki dost vardık.
O’na hemen hasretle sarılmak istedim. O’nun da bunu ne kadar istediği parlayan gözlerinden anlamıştım. Ama! Sarılamadık. Sarılamazdık! Çünkü bu kardeşçe sarılmaya, anında kalleşçe bin tane laf yazılırdı. Gözüm bir ara, bize sırıtarak bakan topluluğa kaydı. İçimden dedim ki”
"Lan, vicdansızlar, sırıtarak, aşağılayarak baktığınız bu Osman, ya sizin kardeşiniz ya da oğlunuz olsaydı, gene böyle mi davranacaktınız?”
Neyse, polislerden bin bir ricada bulunarak, O’nu bir kenara alıp götürdüm. Bu arada yanıma gelen eşim ve kayın pederime de durumu anlattım. Çok şaşırdılar. Bir şeyler diyecek gibi oldular ama yanlış bir şey söyleriz diye sustular.
Osman’la konuşmak istedim. Ne oldu da bu hale geldi, öğrenmek istedim. Fakat, bir yandan Osman’ın şu an herkesin bize bakıp laf atmasına neden olan çekici kıyafeti, bir yandan eşim ve babası..
Ama, ne olursa olsun bir zamanlar kardeşim gibi sevdiğim, Osman’ la konuşmak istiyordum.
O’nu böyle görüp de bırakamazdım. Sonra kendi kendime “ Cehennemin dibine kadar kıyafeti de, bize küçümseyerek bakan insanların pis bakışları da”dedim.
Belki de bu adilerin çoğu Osman ve ya O’nun gibilerle yatmış, şimdi de bize namus abidesi kesiliyorlardı.
Bizimkilere, Osman’la konuşmam gerektiğini söyledim. “Siz biraz dolaşın, ben geliyorum dedim.” Yüz ifadelerinden, o an benimle ilgili ne düşündüklerini çözemedim. Belki” Aferin bizimkine nasılda arkadaşına sahip çıktı” dediler, belki de “ Sakın bizim oğlanın bu dönmeyle bir numarası olmasın” dediler.
Osman’la fazla yürümeye meydan vermemek için hemen orada ki bir cafeye oturduk.
“Osman ne oldu?”dedim. “Nasıl oldu?”
Osman yüzünde acı bir gülümsemeyle anlatmaya başladı.
“Ufuk beni kim yaktı, kim bu hale getirdi biliyor musun? Anam.. Anam yaktı beni! Ben doğmadan hep bir kızı olsun istemiş. Ben doğunca da beni karı gibi yetiştirdi. Zaten bazı erkeklerin içinde biraz ib..lik var biliyorsun. Anam da bana böyle davranınca kadınlığa meylettim. Sonra, hani mahalleden taşındık ya..Anam adi herifin biriyle evlendi. Adam sapık şerefsizin biriydi. Annemin olmadığı bir gün bana tecavüz etmeye kalktı. Bende tuz ruhunu adamın yüzüne boşalttım. Evden çıkış, o çıkış.
Sokaklarda yattım önce. Sonra köprü altlarında iğrenç arkadaşlıklar, dönülmez hatalar ve şimdi gördüğün gibiyim.
Osman anlattıkça derin bir öfkeye kapılıyor, kime, neye kızacağımı bilemiyordum. Ona yardım etmeliydim. Bu hayatı yaşamasına izin vermemeliydim. Kollarına baktım, faça ve enjektör izleriyle doluydu. Yaşadığı iğrenç hayatın bütün izlerini üzerinde taşıyordu.
“Osman” dedim. “Gel kardeşim bu hayata bir son verelim. Yani, elimden ne geliyorsa yaparım. İyi kötü param da var. Bak! Yalnız değilsin.
Osman gözlerimin içine umutsuzlukla baktı,
“Vay Ufuk’um vay! Sen o zamanlarda delikanlıydın, bak, şimdi de öylesin. Ulan, şu adi hayatta bana senin kadar el uzatan oldu mu? Gene aynı mertliktesin. Zaten senin kadar sevdiğim hiçbir arkadaşım olmadı.”
Ama ben bittim Ufuk, ben bittim. Artık beni ne para kurtarır, ne başka bir şey..
Hadi soruyorum sana, beni yanına alır çalıştırır mısın? Beni evlendirebilir misin? Benden karı mı olur, koca mı? Benimde bir çocuğum olur mu kucaklayıp öpeceğim , elinden tutup okula götüreceğim? Ben dönülmez yoldayım artık, dönülmez yolda. Sonuna kadar pisliğe bulandım. Bana hiç yanaşma kardeşim, benim canım kardeşim, pisliğim sana da bulaşır!
Osman öyle şeyler söylemişti ki, ne diyeceğimi bilemedim. Aslında bir bakıma haklı gibiydi.
Onu işyerimde çalıştırsam, bizim kızlar ha bire aralarında onun taklidini yapar, kir kir gülerlerdi. Ya erkek elemanlar! Bir zaman sonra Osman’la ilgili sapkın düşüncelere girerlerdi. Çaresiz kalmıştım. Onu bu hayattan kurtaracak bir şey düşünemiyordum.
Ayrılma vakti geldi. Ayağa kalktık vedalaşırken ona sarıldım, göğüsleri bana değerken içimde bir acı daha hissettim. O günden sonrada bir daha hiç görüşmedik.
Bir gün, bir gazetenin orta sayfasında rastladım O’na. Yerde yatan kanlı cesedin üzerinde, “Belgrad ormanında, takma adı Aysu olan, Osman M.’in boğazı kesik cesedi bulundu” yazıyordu.
O an yüreğim sanki mengeneyle sıkıştırılmış gibi oldu. İçimde çok büyük bir acı hissettim. O temiz kalpli gariban Osman ,böyle bir hayatı ve böyle rezil bir sonu hak edecek birisi değildi asla. Ama içine düştüğü anafor onu hayatın en izbe en beter diplerine çekmişti.
Suç kimdeydi acaba?
Osman da mı?
O’nu kız gibi giydirip, ruh halini faklı bir yöne saptıran annesin de mi?
Yoksa, çekip giden bir daha da, “Oğlum ne durumda” diye arayıp, sormayan sorumsuz babasında mı?
Ve yahut, Osman ya da Osman gibilere yardım eli uzatmak yerine onları, istismar eden, tükenişlerine duyarsız kalan bizlerde mi?