14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1710
Okunma

Ayşe yapmış olduğu kek ve poğaçadan, Can’ın önüne bırakmıştı, çay ile atıştırsın diye. Can, Ayşe ile konuşurken tabağı silip süpürmüştü.
“Eee!..bunların hepsini yedim. Çocuklarla birlikte ne yiyeceğim.”
“Onlar daha kalkmazlar. Ablan da uyuyor. Çocuklar kalkana kadar aç mı duracaksın?”
“O zaman ben dışarı çıkıp geleyim.”
“Nereye gidiyorsun. Bir şey almaya gidiyorsan otur. Evde her şey var. Zaten gerekenden fazlasını almışsın.”
“Yok, yok bir şey almaya gitmiyorum. Tıraş olmam gerek. Jilet ile fırça alacağım”
“Bir yere gitmeyeceksin ki. Eve gidince olursun tıraşını.”
“Saç sakal karışık gezemem. Sonra beni beğenmezsin”
Diyerek, montunu alıp, Ayşe’nin söz söylemesine yer bırakmadan çıktı evden. Saat dokuz buçuk olmuştu. Yarım saatte gidip gelebilirdi gideceği yere. Etrafına bile bakmadan doğruca kömürcüye gitti. Bir ton kömür ile yarım ton kuru odun sipariş verdi. Oradan sobacıya gidip, küçüklerinden kömür sobası aldı ve eve bırakmalarını istedi.
Can, kömürden ve sobadan önce eve girmişti. Eve girdiğinde elinde hiçbir şey yoktu ama üşümüştü.
“Eee! Hani tıraş için jilet alacaktın, elinde bir şey yok?”
“Markete gidince vazgeçtim. Haklıydın. Evdeyim. İşe giderken olurum tıraşımı. Ben böyle de yakışıklıyım değil mi?
Ayşe gülümsedi yalnızca. Can eve geldikten yarım saat sonra kapı vuruldu. Karşısında sobacıyı görünce şaşırdı.
“Ben soba almadım Ahmet Efendi, yanlış getirdiniz galiba?”
“Yanlış getirmedim Ayşe abla, Doktor bey aldı. Buraya getirmemizi söyledi.”
“Evet, evet yanlış değil Ahmet Efendi. Bırakın buraya. Biz alırız. Teşekkür ederim”
“Soba var evde, nedir bu anlamadım”
“Çocukların yattığı oda çok soğuk. Orası için aldım. Bunu da oraya kurarız. Ders çalışırken üşümezler.”
Onlar konuşurken kömürcü de gelmiş, Ayşe’nin bodrumuna kömürü yerleştiriyordu.
“Ne yaptın Can. Bunlara gerek yoktu ki. Azar azar alıyorum ben.”
“Çocukların üşümesini istemiyorum. Çocuklar uyanınca sobayı kurarız odalarına. Rahatlıkla ders çalışırlar.”
“Çok iyi yapmışsın Can. Sıla’nın yarışmalara hazırlanması da rahat olacak”
“Ne yarışması abla?”
“Ayşe, söylemedin değil mi? Tabi ya, dün akşamdan beri fırsat olmadı ki söylemeye. Sıla, okullar arası bilgi yarışmasında, okulunu temsil etmesi için seçilmiş. Ayşe söyledi. Sıla’nın haberi yok mu bilmiyorum?
“Bundan haberim yoktu. İyi ki almışım sobayı ve kömürü. Sıla’nın başarılı olacağından hiç şüphem yok. Ona ne zaman söyleyeceksin?”
“Ben söylemeyeceğim. Öğretmeni söyleyecek. Belki de söyledi de, bize söylemiyor. Belki kahvaltıda söyler.”
Çocuklar da, sese uyanmışlar, ne olup bittiğini meraklı gözlerle takip ediyorlardı.
“Hadi çocuklar, yardım edin de odanıza sobayı kuralım”
“Oley!.. artık üşümeyeceğiz ders çalışırken. Teşekkür ederiz Can abi”
Diyordu Serkan ve Gökhan. Odalarını topladıkları için, sobayı kurdular. Kovaya kömürü doldurup sobayı hazırladılar. Ders çalışırken tutuşturmak üzere.
Telaş bitmiş, nihayet kahvaltıya oturabilmişlerdi. Hazırlanan yiyecekleri bir güzel yedikten sonra, Sıla konuşmaya başlamıştı.
“Anne, dün, sen gittikten sonra müdür bey beni çağırdı. Sen her şeyi anlatmışsın müdüre. Bana sordu. Ben de her şeyi anlattım. Çok iyi davrandı bana. Kemal’i çağırıp, onunla da konuşacaklardı, ne yaptılar bilmiyorum. Çıkışta eğer sen gelmezsen, öğretmenlerim göz kulak olacaklarmış bize. Kemal’in annesi ile de konuşmuşsun. Gördün değil mi kadının davranışını? Abartmış mıyım anneciğim? “
“Abartmamışsın kızım. Görünce anladım. Umarım, o çocuk da kurtulur”
“Anne, bir de, bir ay sonra bilgi yarışması varmış, Okuldan üç öğrenci seçilmiş. Bu üç öğrenciden biri de benmişim. Ama sen zaten biliyorsun değil mi anneciğim?”
“Evet biliyorum canım. Meltem öğretmenin söylemişti. Seninle gurur duyuyorum. Beni çok mutlu ettin. Başka ne diyeyim.”
Diyerek kızını öpüp koklamıştı. Can ve Hacer Hanım da, Sıla’yı kutlamışlar, hep yanında olacaklarını söylemişlerdi.
“Eğer zorda kalırsan ben yardım ederim sana Sıla’cığım”
“Biliyorum Can abi. Eğer içinden çıkamadığım bir şey olursa, yardımınızı isterim”
Kahvaltılarını yapıp, her birisi bir köşeye çekilmişti. Kar, durmaksızın yağıyor, dinmek bilmiyordu. Televizyonu açmışlar, onda da hiçbir şey yoktu. Vakit geçmek bilmiyordu. Saatler on dördü geçmişti.
“Can abi, kartopu oynayalım mı.?
“Olmaz Serkan. Baksana kar hiç dinmedi. Oturun evde. Üşütüp hasta olacaksınız”
“Çok canımız sıkıldı anne. Ne olur çıkalım. Can abi olacak yanımızda. Kapının önünde oynarız. Biz çıkarsak, arkadaşlarımızda gelirler. “
Onlar konuşurken, kapı vurulmuş, çocukların arkadaşları, kartopu oynamak için, çocukları dışarı çağırıyordu.
“Bak arkadaşlarımız çıkmışlar. Biz de çıkıyoruz”
“Tamam ama çok geç kalmayın”
Çocuklar çıkmışlar, hiç bir şeye aldırmadan, yağan karın keyfini sürüyorlardı. Büyükler eve mahkûm olmuşlardı. Çocuklar kadar şanslı değildi hiç birisi.
İki gün boyunca aralıksız yağan kar, evden dışarı kimseye adım attırmamıştı. Hafta başı gelmiş, güneş yüzünü göstermemişti. Üç gün boyunca Can ve Hacer Hanım, Ayşe’de kalmışlar ama pazartesi günü bütün zorluğa rağmen evlerine gitmişlerdi. Çünkü Can işe başlayacaktı ve üstünü değiştirmesi gerekiyordu.
O hafta, yoğun kar yağışı yüzünden, Ayşe de işe gidememiş, okullar tatil olmuş, hepsi eve tıkılmışlardı. Ayşe, zaman zaman Hayriye hanımlara gidip, geliyordu. Yapacak başka da bir şey yoktu.
Kötü hava şartlarına aldırmadan, Hacer hanım köyüne dönmüş, Can yine yalnız kalmıştı. Yalnızken, Ayşe’nin evine de gidemiyordu. Ablası olsaydı, hiç düşünmeden giderdi. On beş gün olmuş, bir defa görüşmüşler, onda da, Ayşe yemek yapıp bırakabilmişti Can’a.
Devam Edecek