27
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2931
Okunma


Ne olduğunu bilmediğim bir hastalığımdan dolayı, bitkin ve çaresiz yatıyordum. Küçükken oturduğum kasabada, beni tanıyan biri tarafından gönderilen görücülerimi karşılamak için bile kalkamamıştım yatağımdan. Beni görmeye gelen adamlar, iki kişiydiler. Sadece konuşmalarından iki kişi olduklarını anlayabiliyordum. Gözümü açıp, bakacak gücü kendimde bulamıyordum.
Benimle evlenmek için gelen adam, beni çok beğenip oğlumdan istiyor. Oğlum çok gaddar davranıp, benim evlenmeyi isteyip istemeyeceğimi sormadan ve düşünmeden adamla pazarlığa başlıyor. On beş bin liraya anlaşıyorlar ve adam oğluma bir tomar para uzatıyor. Parayı kimse saymıyor. Sayma gereği duymuyor oğlum. Parayı alınca, ‘Annemi verdim gitti’ diyor.
O an, dünya başıma yıkılıyor. Gözlerimi bir açabilsem… Ah! Bir açabilsem. İsyan edeceğim. Bağıracağım. İstemiyorum. İmdattttttttttttt! Diyeceğim. Gözlerin uykulu, sanki derin uykulara dalmışım da, hiç uyanamayacak gibiyim. Kalkmalıyım. Evet kalkmalı ve başıma geleceklere isyan etmeliyim. Bana benden başkasının faydası olmadığını anlıyorum. Çünkü, oğlum beni pazarda koyun satar gibi satmıştı.
Ağır ağır gözlerimi aralayıp, adama bakmaya çalışıyorum. Adam parlak yüzlü, aydınlık bir tip. Başında kalmış dört tel saçı, durmadan düzeltip, bana güzel görünme çabasında… Ne kadar güzel olursa olsun, onu istemiyorum. Gururum kırılmış, onurum zedelenmişti. Bir hayvan gibi satılmayı kendime yediremiyordum.
Bütün gayretimi toplayıp bağırmaya çalışıyorum. ‘İstemiyorum seniiiiiiii. İstemiyorummmm!’ Adam çok şaşırıyor. Bir eliyle saçı olmayan başını sıvazlarken, öbür eliyle oğlumu gösterip bağırıyor. ‘Ben ona senin paranı peşin ödedim! Artık benim karımsın! Başka çare yoktur! Bunu böyle bilesin kadınnnnnnn!’
Adamın bağırıp çağırmalarına pabuç bırakmak istemiyorum. Benim bir onurum var ve beni kimse istemediğim biriyle evlendiremez. Hele hele, hiç satamaz! Ben bir hayvan değilim! Üstelikte satan kişi oğlum bile olsa…
Bütün gayretimi toplayıp, oğlumdan tarafa dönmeye çalışıyorum. Gözlerine bakıyorum. ‘Sen nasıl bir evlatsın? Sen beni nasıl satarsın ha! Nasıl satarsınnnnnnn!’ Diye isyan ediyorum; ama tabi ki isyanımı içimden ediyorum. Her nedense dışa vuramıyorum. Kendimde o gücü bir türlü bulamıyorum.
Tekrar oğlumun gözlerine bakıyorum. Yalvarmayla, kızgınlık arası…Beni anlayacağını ümit ediyorum. Maalesef, anlamıyor. Artık isyan etme zamanım geliyor ve bağırmaya çalışıyorum. Gözlerimin açılmadığı gibi, sesimde çıkmıyor. Ne kadar çıkarsa, o kadar bağırıyorum. ‘Ver şunların parasınıııııııı!’
Oğlum adamların parasını çıkarıp veriyor. Kel adam parayı saymaya başlıyor. ‘Aptal adam! Parayı verirken saymamıştın, alırken ne diye sayıyorsun?’ Öbür adamı hayalimde canlandıramıyorum. Gözümün önünde bir karaltı gibi öğlece oturuyor. Satıldığım adama da, bir kez göz ucuyla bakıyorum ve beğendiğim halde, satılmak zoruma gittiği için adamı istemiyorum.
Paraları itina ile sayan adam, ‘eksik bu para. İki yüz elli lirası yok.’ Diyor. Tekrar oğluma bakıp bağırmaya çalışıyorum. ‘Ver şunların parasını.’ Oğlum adamın parasını saklamış. Benim bağırmamla, çıkarıp veriyor. Bu defa, benim konuşamayan dilim konuşmaya, adamlara bağırmaya başlıyorum. ‘Ben hasta hasta sizi kabul ediyorum. Siz para arıyorsunuz. Alın paranızı defolun gidinnnnnnn!’
Çok sinirliyim. Bir şeyler yapmalıyım. Bütün gücümü toplayarak, ağzımda biriktirdiğim tükürüğüm adamın suratına doğru tükürüyorum. Ağzımdan tükürük yerine, bir avuç cam parçaları çıkıyor. Ağzımdan çıkan camlar, ne benim ağzımı, nede, adamın yüzünü kesmiyor. Sadece ağzımdan çıkarlarken, elmas gibi parçacıklar parlıyor. Çok şaşmıyorum bu hale. Tükürmeme devam ediyorum.
Benden bıkan adamlar, paralarını alıp, daire kapısından çıkarken, beni onlara tavsiye eden adam içeriye dalıyor hemen, açılan kapıdan. Ne gariptir ki, yeni hamamdan çıkmış gibi, üzerinde sadece bir peştamal var. Hemen öylece beline dolayıvermiş. Artık gözlerim açılmış, adamın yarı çıplak vücudunu görüyordum ve çok sinirleniyorum. Soruyor bana, ‘Olmadı mı o iş?’ ‘Olmadı!’ diyorum. Avazım çıktığı kadar. ‘Olmadııııı!’ adam gelip geleceğine pişman olup, peştamalını sürüyüp gidiyor.
Çok bunalıyorum. Bu apartman dairesinde boğuluyorum. Dışarıya çıkıp, uzaklara gitmek istiyorum. Hasta yatağımdan doğrulup, kapıya doğru yöneliyorum. Daire kapısından dışarıya çıktığımda, çok yüksekte olduğumu görerek gözlerim kararıyor. Başım dönüyor. Midem bulanıyor. Ürküyorum. Korkuyla geri dönüp, içeriye gitmek istediğimde artık çok geç olduğunu görüyorum. Çünkü kapı çoktan kapanmıştı.
Geniş bir merdiven boşluğunda kalakalıyorum. Etrafıma baktığımda, benim dairem gibi değişik ve başka dairelerinde bu merdivene çıktığını görüyorum. Merdivenler, bazen orası burası çıkmış, tahtadan kulübe merdiveni gibi gözüme gözükürken, bazen de, camdan bir kaydırak gibi görünüyor.
Arkadaşlarım aşağıda bana sesleniyorlar, ‘Gel haydi gel, biz buradayız. Sen de gel.’ Diye durmadan bağırıyorlar; ama ben de o cesaret yok. Merdivenin tahta arlıklarından aşağıya düşmekten korkuyorum. Camın üzerinden cesaret edip kayamıyorum. Çok çaresiz ve yalnızım. Çaresizlikle merdiven boşluğuna oturup ağlamaya başlıyorum. Ne kadar ağladığımdan emin değilim. Birden gözlerimi açıp baktığımda, rahat ve sıcak yatağımda yatıyorum. Deminden beri tutulmuş olan dilim birden çözülüyor ve bağırıyorum. ‘Oh! Be rüyaymış! Ya sahi olsaydı da koyun gibi satılsaydım?’
Emine Uysal/27/01/2010