11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1386
Okunma

“ Abicik, hani bana söz verdiğin yazı?” dedi karşılaşınca. Çok düşündüm; ama hatırlayamadım.
Eh yani! İş mi benimkide? “Hatırlamadım” da denmez ki! Vardır yine de çaresi mutlaka…
“Benden bir sürü yazı istedin. Hangisi önce olacak bilemedim ki… Net bir şey söylemek hiç adedin değil yani.” deyip güya tatlı sert çıkışırken, kendimi kandırmanın çabalarında olduğumu biliyor ve bıyık altından da gülüyordum. Nasıl kırabilir ve nasıl unutabilirdim? Çok değer verdiğim bir kardeşçikti…
“Ama ben senden bir tane yazı istemiştim.” der demez, suçlu insanın yapacaklarını yapıp, taarruza başladım. “Hadi ama… Nazlanma da tam yazma heyecanım varken söyle de yazayım.” derken, emindim ki, bu kez bıyık altından gülen kardeşçik idi.
“Peki abicik… Belki de birden fazla istemişimdir. Söyleyeyim bari…”
O kadar kuzu kuzu bir ifade ki gel de şaşma…
Kandıramayacağım kadar zeki ve hazırcevap kız, kanmış görünerek abiciğine jest yapar ve abicik de bunu bilir; ama o anı kurtarmıştır işte.
“Öyle bir yazı yaz ki abicik, sözcükler birbirine hiç değmesin ve her sözcük havada uçuşsun.”
Dedim ya; zeki kız, hazırcevap kız… Kanmış gibi görünüp, kendini unutturup, bir kuvvetli kroşe ile göz şişirmek buna denir. Görmesem de yüzünü, zevkten dört köşe olduğu, içinden ya da kahkahayla güldüğü kesin belli şu an… Söz de verdim… Çare ve kaçacak yer yok.
Aklıma geldi o an mehteran havası… Nasıldı?
“…Haydin Gazanfer, umman-ı safter.
Bir elde kalkan, bir elde hançer
Serhadda doğru ey şanlı asker!” deyip, o tüyleri diken diken eden müziği de hayalimde söyleyip, kılıcımı kalkanımı, pardon, kâğıdımı kalemimi alıp düştüm yola…
Ben düşerken yola, muzip edalı kız kardeş gülücüklerini arkamdan duyar gibi olsam da, güya ciddiyetimi muhafaza ederek ve hiç ardıma bakmadan, yürüdüm Mehteran Marşıyla…
……………………………………………………….
Boğaz’ın köpüren suları kış mevsiminde bir başka güzellikler sunar bana. Macera arar ruhum… Binmeli Eminönü’nden bir vapura, geçmeli Kadıköy’e. İşim mi var Kadıköy’de? Yo yo, hiç bir işim yok. Olsun…
İste jetonu gişeden. Adam hiç yüzüne bile bakmadan, robot duyarlığı ve çabukluğunda ittirsin eliyle jetonu sana, ver bozulmamış parayı, al önceden hazırlanmış bozuk parayı. Minicik jeton elinde ilerle ve at kutuya jetonu. Az madensel ve çok teknolojiksel bir sesi duy, geç turnikeden. Huzurlu ama telaşlı insanların vapur bekleme sabırsızlığını seyredeyim derken, kulakları sarsan bir korna sesiyle irkil ve kalın halatların dolanmasıyla birlikte tahta köprüyü beklemeden, ulusal cambazlık diplomalı, hoplayan insan manzaralarını seyreyle. Fırsat bulup da geçince vapura, çık üst kata, açık havada ayaklarını uzatıp otur bir yerlere.
Tüm bunları başarabilmenin mutluluğunu damarlarımda dolaşan kanda hissederken ve köpüklü dalgaların beyazlıklarında hülyaları kurarken; bir resmin, tiyatro perdesi açılırcasına dalgaların kar gibi köpükleri üzerinde yavaş yavaş açılışını görüp, daldım seyre.
İç içe geçmiş iki kalp idi. 2 yürek boğazın ak köpüklerinde… Matematikteki X ve Y kümeleri gibi iç içelerdi. İyice baktım, birleşim ve kesişim kümelerini gördüm. Tüm vapur koşuştu manzaraya.
Erkekler kızlara anlatıyorlardı; “Bak aşkım işte bu 2 kalbin birleşimi aşktır”.
Kızlar durur mu? Erkeklere soruyorlardı; “O birleşim kümesinde benim yerim neresi?”.
Ben de “Ya sabır!” deyip “La havle…” ile devam ederken, bir çift geldi yanıma. Dudak hareketlerinden ve yönelişlerinden bana seslendiklerini anladım.
“Hey! Dede, sen güngörmüş bir seksenliksin. Sen bu kalplerin neresindesin?” dediklerinde bir sağıma, bir soluma baktım ve seksenlik aradım. I ıh… Yoktu. Alınmadım üzerime, devam ettim izlemeye. O da ne? Hanım kız, omzuma doğru, parmaklarını vurma eylemi denemesi yaparak ve hatta vurarak, “Dede sana sorduk hey! Sen neresindesin?”. (Kahkaha sesleri)
“Çocuklar siz birleşim kümesindesiniz değil mi?” dedim kontra bir soru ile… Cevap gecikmedi tabii… “Evet… Aşığız biz… Aşkımızı yaşarız…”
Eh… İyisiniz işte…
“Ben de o X ve Y kümelerinin kesiştiği ufacık yerdeyim. Sizin orda aşk, benim o minicik yerde de sevgi var güzel kızım.” (Kahkahalar) “O kesişime kolayına kimse giremez ha. Zordur sevmek.” (Daha büyük kahkahalar)
Kahkahalara geldi martılar. Baktılar, baktılar; onlar da kahkahacılara kahkaha attılar. Martı kahkahası bastırdı diğer kahkahaları.
Bana da bir nazar attılar…
Fırtına koptu o an Boğaz’da. Vapur bir sağa bir sola derken, yatıverdi yana ve dökülüverdik Boğaz’a. Çifte yürekler çekti bizi, terk etmedi azgın sulara. Doluştu herkes birleşim kümesinin kocamanlığında; aşkın rahatlığına… Ben kaldım kesişimin minicik sevgi tabanında.
Gök gürledi, şimşek çaktı, yıldırımlar uçuştu. Karardı bulutlar… Aşkın gülen yüzünde asıldı suratlar. Can derdindeydi artık âşıklar. Bıraktılar ellerini, kaçıştılar sağa sola. Sallanıyordu, dayanamadı aşk kümesi...
Az önce “Dede” sesini duyunca geldi Dedem Korkut… Boy boyladı, soy soyladı… Baktı bana. “Evlat” dedi, “Senin adını boş ver. Bulunduğun yer sevda adını ala ve öyle anıla. Herkes de gıpta ile baka”
Dedi ve gitti Dedem Korkut…
…………………………………………………….
- Abicik, müzik bitti, sessizlik var…
- Kocaman vapur gitti… Müzik ne ola?