9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1273
Okunma


KĂBUS
Saat on dokuz suları zilimiz çaldı. Kapıyı açtım , gelen eski bir, polis memuru komşumuz, Cemal beydi.
_ “Hanımefendi iyi akşamlar , eşiniz evde mi acaba”?
_ İyi akşamlar Cemal bey , henüz gelmedi.
_ Geldiğinde bana uğramasını söylermisiniz?
_Tabi efendim söylerim geldiğinde.
_ “ İyi akşamlar ”
_ “ İyi akşamlar ” dedim kapıyı kapattım.
Konuşmak istediği konu ne olabilir , bana söylemek istemediğine göre apartmanla ilgili olsa gerek diye düşündüm.
Eşim, yirmi iki civarı zile bastı, daha merdivenin başındayken, Cemal beye uğrayabilir misin?
Konuşmak istediği bir konu varmış dedim, eşim Cemal beylerin kapıya yönelirken bende kapımı kapadım.
Eşim eve girdiğinde, suratından düşen bin parçaydı…Hayli üzgün ve öfkeli…
-“Nerde Oğulcan”?
_“Pijamalarını giydi uyumaya hazırlanıyor”
_“Söyler misin hemen yanıma gelsin? ”
Benim söylememe gerek kalmadan, Oğulcan suçlu psikolojisi ile yanımızda belirmişti.
_“Oğlum sen neden ,el alemin mektuplarını, faturalarını alıp bahçelere atıyorsun? Sana ne , neden elini sürüyorsun sana ait olmayan bir şeye”?
Oğulcan’da çıt yok, ağladı ağlayacak ama, onada hakkının olmadığını düşünmüş olsa gerek,
Vazgeçip düşünmeye başladı. Eşim hala öfkesini alamamış , bağırmaya devam ediyordu. Hiçbir şeyini eksik bırakmıyorum, her türlü ihtiyacını zamanında yerine getiriyorum. İlgimi, sevgimi eksik etmiyorum. Senin yaptıklarına bak , beni düşürdüğün hale bak. Ayıp değil mi?
Günah değil mi ? Bu yaptığın. Araya girmeye niyetim yoktu. Babasının serzenişleri gerekli,
Ve önemliydi.
Oğulcan o gece nasıl uyudu bilmiyorum…İyi geceler dileği olmadan, öpülmeden öpmeden.
Eşimle daha sonra bu olayı tekrar konuştuğumuzda, Cemal beyin kamp sırası beklediğini, zarfın apartmana kadar gelmiş ama kendisine ulaşmadığını söylemiş, zarfları Oğulcan’ın alıp bahçeye attığını , komşu teyzenin görüp söylediğini anlatmış. Böyle bir olay için eşimi rahatsız ettiği için tekrar tekrar özür dilemesi ,eşimi daha çok üzmüştü…
Kendimce,yeni kararlar almalı ve uygulamalıydım , nerde hata yaptık diye ben derin düşüncelere daldım…
Ertesi gün oğluma tekrar bu konuyu açtım. Beni ve babasını çok üzdüğünden söz ettim, o
konuşmak istemiyor, Anne kapat bu konuyu ne olur , diyordu. Kahvaltısını yaptırıp okula uğurlarken, bu defa öpmek istemedim, kendiside böyle bir şey bekliyormuş gibi, direk merdivenlere yöneldi ve indi.
Öğleden sonra döndüğünde, yemeğini yiyip derslerini çalıştıktan sonra;
_“Anne enerjiye çok ihtiyacım var ,lütfen sarılır mısın” dediğinde,
_“Hayır oğlum bundan böyle sarılmak falan yok, sen davranışlarına dikkat etmediğin sürece, hiçbir şey bekleme benden” dedim. Eğdi başını önüne, gitti odasına.
Benimse içim sızlıyordu dayanamıyordum, oğlumun üzülmesine…
Ne düşünerek atmıştı zarfları bahçeye, kime ne yaşatmak istemişti, küçücük yüreğiyle…
Anlam veremiyordum.
Bir pastaneye pasta almaya gidiyoruz ailece, pastamızı alıyoruz, arkamı döndüğümde oğlumun olmadığını fark ediyorum. Bize oyun oynuyordur, buralardadır diye düşünüyoruz.
Aramıyoruz, sormuyoruz…
Aradan on iki gün geçmiş Oğulcan’sız hayatımıza devam etmişiz, yemişiz, içmişiz, gülmüşüz… On iki gün sonra kalbimde, ve beynimde bir şimşek çakıyor oğlumun kaybolduğuna dair mesajlar alıyorum. Aklım, ve yüreğim oğlun kaçırıldı, mesajları vermeye devam ediyor. Şimşekler çakıyor beynimde, yıldırımlar düşüyor bedenime… Kendimi sokaklara atıyorum. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, oğlum kayboldu gördünüz mü? Önüme gelenin yakasından tutuyorum, feryat figan ediyorum ,nafile yok oğlum.
Evdeki perdenin oynamasından, kapının açılıp kapanmasından her şeyden ürküyorum, herkesten şüphe duyuyorum… Oğlumu kaçıranın beni izlediğini ,acımdan zevk duyduğunu düşünüyorum… Deliriyorum… Aklımı yitirdiğimi düşünürken, acı içinde kıvranırken uyanıyorum. “Yârâbbi, çok şükür , kâbusmuş” diyorum. Kalkıp derin düşüncelere dalıyorum…Gidip oğlumun üstünü örtüp , öpüyorum.
Ama düşünmeden edemiyorum, bana verilmek istenen mesaj neydi?
İlknur Doğanay Özlü