11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1511
Okunma
Devlet, bütün soğuk canavarların en soğuk olanıdır. Yalan söyleyişi de buz gibidir ve şu yalan dökülür dudaklarından. Ben Devletim ve halkın ta kendisiyim. Nietzsche.
Geçmişimiz.../
Türkiye, Osmanlıyı sadece tarihte yaşatacaktı artık...Oysa osmanlı, dünyanın dahi önünde diz çöktüğü,müslüman, asil ve adil bir devlet modeliydi...Fatih karadan gemileri yürütünce,Bizans fatihin gözlerinde yıkılıyordu. Demokrasi Fatihin ülkesinde akçeleri kadar bol ve bereketliydi. Hocası Akşemsettin hazretleri, Fatihin akıl süzgeciydi. Ona sorar, ona danışır ve kararları da öyle verirdi.
Daha 21 yaşında olan Fatih, müjdeci Peygamberin sözünü yüceltip, Konstantiniyeyi avuçlarında armağan ediyordu tüm Türk Miletine. İstanbul, fethin sarhoşuydu şimdi. Ama, kendini asla unutmadan ve özünden asla sapmadan. Tevazu ve vakar yüklü bir sarhoşluktu bu.
Savaşın ardından nihayet şehre giren Fatih, doğruca Ayasofya’nın önüne gelmişti. Tüm dünyaya emsalsiz bir demokrasi dersi verecekti...Ayasofyanın önünde rütbeli papazlar, keşişler ve halk padişahın atının ayaklarına ağlayarak kapanıyorlardı.
O zamanlarda bir hükümdar,her hangi bir şehri ele geçirdiği zaman yağma ederdi. O şehrin insanlarını kılıçtan geçiriridi. Bizanslılar da bunu bekliyorlardı zaten fakat büyük Türk Sultanı bu yerlerde sürünen Bizanslılara şu nuhteşem sözleri söyleyecekti...
’Kalkınız ve müsterih olunuz. Ben Sultan Mehmed; hepinize söylüyorum ki, bu andan itibaren ne hürriyetleriniz, ne de hayatlarınız hakkında gazap-ı şahanemden korkmayınız. Kimsenin malı yağma edilmeyecektir. Kimseye zulüm yapılmayacaktır. Hiç kimse dini inanışlarından dolayı cezalandırılmayacaktır.’
Bu müthiş konuşma Rumları şaşırtmıştı. Bu ne büyük kumandandı ve ne inanılmaz sözlerdi! Evet,şükür ki tarihinde üstünde,tarifsiz bir tarihimiz var gururla andığımız...
Allahın yasalarıyla yazılan tarih,Allahın yaşattığı eşsiz ve ebed bir devlet ünvanı kazanır.
Bu günümüz.../
Hilafet devrinin kapatılıp Cumhuriyet ile yönetilme şekline geçilmesinin asıl sebebi, demokratik hak ve hürriyet özgürlüğünün insanların kendi ellerine verilmesi ve hakimiyetin kayıtsız şartsız Türk miletinin elinde olması içindi...
Türkiye Cumhuriyet’i kurulurken nice insanlar mağdur edilmiş,diğer yandan etnik kimliğe sahip nice insanlarda düşünce mağduru olarak, ölüme gönderilmişlerdi.
Tarihin şahit olduğu bu dönemde, insanların birbirlerinden kopması,etnik kökenlerin kendi aralarında guruplaşması,özgürlüğü gerçek anlamından saptırıp,çok farklı algılayıp,örgütleşmenin temel atma yasasıda,bulanık zihinlerde kabul edilmiş oluyordu böylece...
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması,zorunlu kılık kıyafet değişimi,millete yabancı bir(Avrupa modeli) yaşam tarzının kabul ettirilmesi ve yüz seksen bir dönüşle, yeni bir devlet yapılanmasının benimsenip kabul ettirilmesi, ülkeyi yeni bir yaşam ve inanç kimliğine sürüklüyordu.
Bir yandan,din ve devlet kopuyor,diğer yandan insanlar latin harfleriyle tanışıp, yeni bir lisan ile yeni bir kültür telaşına düşüyorlardı. Atatürk en tepedeydi ve dokunulmazdı. Cumhuriyet tarihinin sadece 15 yıllık bir döneminde Atatürk var olacaktı...Anlatamamış ve anlaşılmamıştı belki.
Onun kurmuş olduğu Partinin başındaki CHP başkanı İsmet inönü,sözüm ona Atatürkçü ve laikti. İsmet İnönü bu ülkeyi tam 26 yıl yönetti. Bu dönemde yapılan icraatlardan eleştirilecek o kadar çok şey var ki aslında… Atatürk dahi vefatına bir kaç yıl kala İsmet İnönü’yü başbakanlıktan azledip yerine Celal Bayar’ı getirmişti. 27 Mayıs’ın cuntacı CHPcilerinin darağacına asmasından kıl payı kurtulan Celal Bayar’dı bu.
7 Ocak 1946’da kurulan, 1946 seçimlerinde 62 milletvekilliği kazanarak TBMM’deki tek parti uygulamasına son veren Demokrat Parti, 1950 seçimlerinden büyük bir zaferle çıkmıştı. 393 milletvekili çıkararak, senelerdir milletin inancı ve yaşayışı üzerine baskı uygulayan Cumhuriyet Halk Partisi CHP iktidarına son vermişti böylece.
Adnan Menderes ülkesine hizmet ediyordu. Cumhuriyet Halk Partisiyse, senelerce elinde bulundurduğu iktidarı kaybetmeyi bir türlü kabullenemiyor, bu öfke ve hırçınlık içinde yapılan faydalı çalışmalara sürekli olarak eleştirip,karşı çıkıyordu.
Bu asılsız iddialar, sonunda TBMM dışına taşıyor ve ülke derin bir iç çatışmanın içine sürükleniyordu.CHP’yi destekleyen basın, basit olayları büyütüp, tek yanlı bir tutum takip ederek tansiyonu yükseltiyordu durmadan.
1957 seçimlerindeki kısmi başarısından cesaret alan CHP mecliste kavga gürültü çıkarmakla yetinmeyip, siyasi münakaşaları sokağa taşırıyordu. İnönü ve beraberindeki heyet, iktidar yanlısı vatandaşları tahrik edici söz ve hareketlerde bulunarak, halkı kin ve nefretle,iç çatışmaya sevk ediyorlardı.
Muhalif basının, iktidar ve icraatını kötüleyici yayınları, had safhaya ulaşıyordu. ’Zalimleri yıkmak için gereken cesaret bizim ordumuzda ve gençliğimizde vardır’ şeklinde sloganlar yayan CHP, orduyu ve üniversite gençliğini de yanına almaya çalışıyordu.
Ve ne yazık ki bir zaman sonra bunuda başaracaktı.
1958’de ’Dokuz Subay hadisesi’ diye bilinen bir askeri komplo yapılanması gün yüzüne çıkmıştı.
22 Mayıs’ta Harp Okulu öğrencileri Ankara’da sessiz yürüyüş yaparak olaylara yeni bir boyut kazandırmıştı. İktidara karşı gelişen, gizli ordu muhalefeti, böylece açığa çıkmış oluyordu.
Bu süreç işliyor ve bir başbakanın ipin ucunda sallanmasına kadar ulalşıyordu.Ve artık asırlar boyunca asla silinmeyecek olan, nesilden nesile ulaşacak bu kara leke, tarihe düşüyordu. Türkiye Cumhuriyeti başbakan katili oluyordu.
Ve onun sürecinde, 12 eylül Askeri darbesinin getirdiği yine o utanç verici sonuç meydana geliyordu.
Bu güne kadar çok fazla şey yazıldı çizildi. Ama köstebek hep iş başındaydı. Sinsi ve gizli olarak uygulanan mekanizma, siyasi ve hukuki tüm birimleri kalenin içinden esir almıştı. Anayasa,Yargı,Baro,Yök,Tsk ve bütün bürokratik makamlar, iş birliği içinde,milletin var ettiği devlet kurallarını tümüyle esir alnış oluyordu böylelikle. Devleti var eden millet, devlete mahkumdu.
Ülkeyi bir askeri kışlaya çeviren cunta,korkutan,kırdıran ve öldüren bir örgütün liderliğini siyasete iliştirip,demokrasi katili oluyordu. Özgürlük, darbeci ve cuntacı zihniyetin kirli beyinlerinde özgürsüzleşiyordu. Oysa, askerin siyeste müdahale hakkı asla olamazdı. Onun görevi sadece ülke sınırlarını ve vatanını korumaktı.
Devlet kafası taşıyan, bağnaz resmi tarih ve resmi ideoloji tarafından beyinleri dağlanmış, bilinci köreltilmiş, Avrupa merkezli ideolojik yabancılaşmayla şerbetli ’aydınların’ kendi gerçekliklerine yabancılaşmasında şaşılacak bir yan yoktur aslında. Zaten,sorun sadece ideolojik yabancılaşmayla açıklanabilir bir durumda değildir. Sorunun bir tarafıda maddi,sınıfsal çıkarlarla ilgilidir.
Türkiye’de ’modern’ söylem, kurum ve mekanizmalar, yeninin değil çok eskinin hizmetine dayanmaktadır. Bu duruma açıklık getirmeden 27 Mayıs, 12 Mart,12 Eylül, 28 Şubat darbelerini, cuntacılık geleneğini ve aynı şekilde 6-7 Eylül utancını, Kanlı Pazar,Maraş,Çorum, 1 Mayıs,Susurluk, Sivas katliamlarını,Şemdinli ve sayısız siyasi cinayetleri anlamak mümkün değildir.
Velhasıl, karanlık bir siyasi geçmişimiz var. Ancak,şunu asla unutmamak gerekir ki,Cumhuriyet, Cumhurun var ettiği bir kurumdur.
Yukarıda kısa kısa düştüğüm dip notlar,bu sürecin bizlere hiçte yabancı olmadığnı ve geçmişimizde derin bir hesaplaşmanın var olduğunu ifade ediyor...İster kabul edilsin ister kabul edilmesin. Bu ülke müslüman bir Türk devletidir. Fakat kimliğine yabancı bir yönetim şekliyle var olan,özüne yabancı bir rejim sistemi işlemektedir.
Kışlalarımızda Mescidlerimiz var; ama hiç bir kışlanın mescid kapısı, orada görevli olan bu millet evladına açık değildir.Namaz kılan her asker ordudan ihrac edilir derhal.
Ülkeye insan yetişirmek adına okullarda ilim öğretilir sözüm ona. Ancak hiç bir öğrenci başörtüsü var olduğu için,okul kapısına dahi yaklaştırılmaz.
İmam hatiplilere kat sayı zulümü yapılıp, ünüversite yolları tümüyle kapanır. Bunun gibi daha nice bürokratik engel ve yasaklar var saymakla tükenmeyen. Peki bu din adına uygulanmış ırkçılığın ta kendisi değilmidir?
Kuranın ifadesiyle,ırkçılığı en hızlı savunanlar,savundukları ırkın mensubu değildirler. Oysa insanlar,ya dinde veya yaratlışta birbirlerinin kardeşidirler. Bu büyük hesaplaşma bir bu günün değil, geçmişinde derin bir sancısıdır.
Bu yolda kurban verilen iki büyük Peygamber hz. Davud, ve hz. Süleyman, iki sultandı. Ama hz. Zekeriya ve hz. Yahya’da bu yolda iki kurbandı. Yıllarca yer yüzünde hüküm süren bu zulmün karşısına,İslam dini ve hz.Muhammed aleyhisselam çıkacaktı. Ayaklar altında çiğnenen hukuk, işte o gün insanlık adına işlemeye başlayacaktı.
Günümüzde herkes kendince vatan sever ve kendince milliyetçi olarak açıklıyor kimliğini. Ama unutulan bir şey var. Yer yüzünün ilk milliyetçisi,ilk ırkçısı,ilk materyalisti ve ilk faşisti, şeytandır.
Allah (şeytana) buyurdu ki: ’Sana emrettiğim vakit seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis’Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın, onu da çamurdan yarattın’ dedi.
Evet,çok açık bir yüreklilkle şunu ifade edebiliriz ki,dünya ve ülkemizde yaşanan bütün kanlı ve katli olayların tek sebebi, şeytanı görmeyip, bilmemekten, veya şeytanı dost edinmekten kaynaklanaktadır.
Peygamber aleyhisselamın bir hadisini paylaşmadan geçmek istemiyorum burada...Buyururlar ki; Irkçılık irticadır. İrtica cahiliyeye geri dönmektir. İslam irticanın tedavisidir. Bana ne oluyorki sizleri cahiliyeye geri dönmüş görüyorum.
Ey insanlar, gerçekten,sizi biz yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
İlikle yakanı ey insan! Seni yarartan Allah konuşuyor. Bilmediğin bir şeyle övünme sakın. Helak olursun. Allahın’Oku’emri ile öğretip bildirdiği şeyle övün, insanlığınca yücelirsin.
Allah güvenilir ve güvenilir olmayı ister.
Evet, aklı olan her insan,Allahı unutmayan ve ona tabi olan insandır. Kaldı ki, deli olan bir insan dahi,deliliğinin içinde bir akıl barındırır öğle değil mi? .
Nasılmı? Mesela aklını kaybetmiş görünür ama,yemek yerken de kaşığı kulağına değil,ağzına götürmesi gerektiğini bilir. Yani deli,ağzından besleneceğini bilir.
Bir deli kadar olsun aklımız yokmu bizim? Delininde bir kimliği var; peki biz kimiz.?