39
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2305
Okunma


Ben hiç çocukluğumu yaşamadım. Çocukluğumda tren görmedim ve tren garlarını hiç bilmedim. Tren nedir, ne değildir hayalimde bile canlandıramadım. Çok küçüktüm ve okuma yazmam da yoktu. Okuma yazma bilmem de çok büyük bir anlam ifade etmiyordu, çünkü okunacak hikâye, bakılacak resimlerde yoktu köy evlerimizde. Büyüklerimiz (Bu gün, trenden inenleri beklerken, garlarda yaşananlar canımızı acıttı) dediklerinde, sorduk, “tren nedir?” diye. Anlatmaya çalıştılar şekiller yaparak, anlatamayacaklarını anlayınca da “ büyüyünce görürüsün” diyerek, vazgeçtiler anlatmaktan.
Yaşım, altı olduğunda başladım okula ve okuma yazma öğrendim. Elimize, büyük harflerle yazılmış, renkli kalemlerle çizilmiş, resimli hikâye kitaplarını verdiğinde öğretmenim, büyük bir heyecanla çevirdim sayfaları, dedemin anlattığı treni görmekti tek amacım. Bir, iki sayfa derken, üçüncü sayfada gördüm trenleri ve o trenlerin yolcularını alıp, indirdiği tren garlarını.
İşte, tam o zaman başladım, bilmediğim hayaller kurmaya. Okudukça büyüyordu hayallerim, kitaplarımla birlikte. İlk hikâye kitabını okuduğumda, rüyalarımda binip katarların içine, en uzak şehirlere yaptım yolculuğu. Benim için en uzak şehir, annemin ve babamın olduğu yerdi, oraya da hiç trenler gitmezdi bilirdim ama ben hayallerimde, kendim yapardım trenleri ve demirden rayları annemin ve babamın olduğu yere kadar uzatır, kardeşimi de alarak yanıma, binerdim katarların içine, ulaşırdım rüyalarımda, anneme ve babama, dedemin ( sabah oldu, tembeller hâlâ uyuyor musunuz? “ diye bağıran sesine bile aldırmadan.
Sonra, büyümeye başladım. Büyüdükçe, okuduğum kitaplar da çoğaldı. İlk olarak bir tarih kitabı vermişti öğretmenim bana. O zaman kurtuluş savaşının nasıl başladığını, topraklarımız ve özgürlüğümüz için nasıl mücadele verildiğini içim acıyarak okuyordum. Önce, ATAMI gördüm, bir trenin camından el sallarken, geride bıraktıklarına. Yanında, vatan aşkı ile cepheye giden, yüzü sevgi ve umutla aydınlanmış, binlerce vatan evladını ve onlara el sallayan ana, baba, bacı, kardeşini. Ardından geri dönüşler vardı, bu defa acı ve hüznü getiriyordu katarlar. Garlardaki duraklarda, kapılar açıldığında, bir bir görünüyordu bacağı, kolu kopmuş, bir güzünü kaybetmiş, bedenine binlerce darbe almış ama yine de gülen ve umut eden gözlerle bakan Mehmet’ler ve onları büyük bir heyecanla bekleyen sevenlerini. Çünkü onlar Vatan için savaşmış, gurur ve onur abidesi idi yerde bekleyip, savaşa gidemeyenler için.
Çocuktum ama anlamıştım, Ana Yurdun neden, bir baştan bir başa, demir ağlarla örülmesi gerektiğini. Resimlere baktıkça, tarihi okudukça anlıyordum vatan sevgisinin, evlat, baba, kardeş, yâr sevgisinden çok daha üstün olduğunu.
Sonra, zaman geçti ve ben büyüdüm. Keşke büyümeseydim ve keşke hep çocuk kalsaydım. Çünkü gördüklerim ve yapılanlar tam bir hayal kırıklığı yaşatıyordu bana. Kitaplar mı yalan söylüyordu, yoksa insanlar mı yanlış yaşıyordu, ya da okuduklarını yanlış mı anlıyorlardı? Var olan demir ağlar sökülüp atılmış bir kenara, binlerce lira verilerek yapılan katarlar, tıpkı yaşlı insanlar gibi, kimsesiz, bakımsız, kullanılmaz hale geldiği için, terkedilmişlerdi kendi kaderine.
Bin dokuz yüz on dokuzda, canlarını ortaya koyan ATALARIMIZ, hiçe sayılmış, tüm topraklarımız parsellenip, yabancı ellere peşkeş çekilmiş, (hâlâ satılmaya devam ediliyor) sanayi devrimi unutulmuş, tüm kurumlar, topraklarımız gibi, yabancı şirketlerin eline geçmiş, en büyük savunma gücümüz olan, Türk Silahlı Kuvvetleri, hükümetler tarafından rencide edilip, savunma gücümüz zayıflatılmış, siyaset çamurlaşmış, gelecek yok olmuş, insanlar susmuş, korkutulmuş, her tarafımız kuşatılmış ve ne yazık ki, en kötüsü de, Vatan aşkı, para aşkına yenik düşmüş.
Yalanlar gerçek, gerçekler yalan olmuş artık. “Ardahan’dan Sinop’a, Sinop’tan, Edirne’ye kadar demir ağlarla örülecek” denen ülkemde, bunun tam tersi olmuş. Her tarafımız kara yolları ile örülmüş ve dört yanımız ölüm tuzakları ile dolmuş. Edirne bir uçta, Ardahan başka bir uçta, Sinop ise çıkmaz sokakta kalmış, ne demir ağ yapılmış, ne garlar kurulmuş, ne katarlar gelmiş ve hiçbir çıkar yol bırakılmamış.
Keşke diyorum, keşke hayallerim/ hayallerimiz küçük ve kısıtlı olsaydı, belki o zaman, bu kadar çok acı yaşamazdım/yaşamazdık yalan olan gerçekleri gördükçe.
“Bu yazıyı neden yazdın şimdi?” diye soruyorsanız söyleyeyim. “Kurtalan Ekspresini” tekrar izledim de, onun için yazdım sevgili dostlar.
Eminim o filmi biliyorsunuz. Aydınlık günlerin gelmesi dileği ile saygı ve sevgiler hepinize.
Türkan DİNÇER