10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1264
Okunma

Eve geldiğimizde hava kararmak üzereydi. Arabadan inerken Suat’ın,
—Sen çık canım. Bir iki yere uğramalıydım bugün, halledip hemen geleceğim. İstediğin bir şey var mı dışarıdan?
—Hayır Suat. Evde vardı hazırdan bir şeyler, sen gelinceye kadar ben de yemek adına bir iki atıştırmalık hazırlarım, teşekkürler.
—İçecek olarak ne var?
Gülümsemiştim.
—Buluruz, sen canını sıkma. Bilirsin çok boş kalmam o konuda.
—Tamam canım, bir saate sendeyim.
—Bu arada çok şık bir masa bekleme, hüsrana uğrarsın karışmam, elimde olanlarla yetinmek zorundasın.
Diyerek O’nun neşesine ortak olmuştum.
Eve girer girmez hemen mutfağa geçerek neler yapabileceğime baktım. Fena sayılmazdı, “anlaşılan çok zayıf bir sofra olmayacak” diye düşündüm. Çok da dert etmemiştim bu durumu açıkçası. Suat benim mutfak kültürüme defalarca şahit olmuş ve iyi yemek çıkardığımı bilen bir insandı. Bifteklik eti derin dondurucudan çıkararak mikrodalgaya bıraktım öncelikle. Pilav için geçti, o nedenle spagetti uygun düşecekti. Salata malzemelerini de çıkarınca işimiz tamam sayılırdı. Etler kızarırken ben salataya girişmiştim. Fazla oyalanmadan bitmişti işim. Suat geldiğinde sofra hazır sayılırdı. Şu bardakları da koyunca masaya oturabilirdik. O da eli boş gelmemişti hani.
— Dur, ben şarap kadehlerini getireyim. Sen rakı tercih edersin diye onları çıkarmıştım lakin mademki şarap var, tamam o zaman.
—Ben de ellerimi yıkamalıyım, geliyorum şimdi. Bu arada müzik yok mu güzel kadın? Ne o, boş mu yiyeceğiz yemeği?
—Olmaz mı, var elbet ama sen gel, zevkine göre seçersin. Ben şimdi ağır bir şeyler bırakırım ve sen rahatsız olabilirsin
diyerek bardakları almaya gittim.
Artık masanın başındaydık. Ve fonda o hiç bitmesin istediğim o şarkı. Konuşmuyor arada bir göz göze geliyorduk. Duyduğum mutluluk hissi hüznümün üzerine çöreklenivermişti. Bir saat önce ben değildim sanki içinde fırtınalar esen. Ben değil miydim yer-gök neresi diyen? Yine de gecenin gizli bir yerine oturmuştu Ömer. Bunu ben de, Suat da biliyorduk. Belki de gecenin bu kadar sessiz ilerlemesi Ömer’ e dayanıyordu. Sakin geçen bir yemekten sonra beraberce masayı toplarken Suat beni aniden tutarak kendine çevirdi ve
—Bu mektup meselesinden neden daha önce haberim olmadı Asya? Özellikle saklama nedenini çok merak ediyorum doğrusu.
—Bilmiyorum Suat, inan bilmiyorum. Çok endişelenmiştim ve korkmuştum ilk zamanlar. Şimdi de korkuyorum fakat o kadar değil lakin bu senin meselen değildi ve sonu nereye varacak bilmiyordum. Fevri davranmandan çekindim sanırım ki hem benim yüzümden başın belaya da girebilirdi. Bu isteyebileceğim en son şeydir senin adına.
—Şimdi… Ya şimdi, çok mu iyi oldu diyorsun yani? Bak nasıl hareket edeceğimizi bilemiyoruz. Hem bunu o güzel kafandan çıkarmasan iyi olur artık. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle. Önceliklerim arasında ilk sırayı alan hep sen ve sana aitler oldu, olacak da.
Bu söylem uzun zamandan beri olmadığı kadar iyi hissettirmişti bana kendimi. Çok zaman var ki hep kendime açılan kapıların eşiklerindeydim ve yorulmuştum. Birinin ilgisinde olmak, hele bu insan en güvendiğinse… Suat’a olan duygularımı hiç analiz etmemiştim fakat kendi içimde ne kadar kaos yaşarsam yaşayayım kendimi iyi tanıyan biriydim. İstemediğim bir şeyi kimsenin yaptıramayacağı gibi, istediklerimden de çok kolaylıkla vazgeçen biri olmamıştım hiç. Hayatımda bu duruma tek olumsuz örnek Ömer olmuştu. O olayda da gururum kırılmış, kadınlık onurum zedelenmişti. Oysa diretebilirdim de. Biliyordum ki O’da ailesinin baskılarına dayanamamış ve “yeter artık, istediğiniz gibi olsun” demişti. Yine de bu konuda keskin duruşlu olamayışımdaydı suç. Sonuç değişir miydi bilemiyordum lakin en azından içimdeki soru işaretleri kalkacaktı. Şimdi, hele Ömer’i kaybettikten sonra bu sorular her zaman tavan arasına bıraktıklarım olarak kalacaktı. Hep bana ait, hep ara sıra çıkarıp eşelemeye müsait.
Suat oturmak için ikili koltuğu seçmiş ve yanına oturmam için de eliyle işaret etmişti. Daha önce fark etmediğim tuhaf bir çekim gücü vardı. Dediğini yaparak hemen yanına iliştim. Elimdeki bardağı sehpanın üzerine bırakıp bir ayağını altına alarak rahat bir oturma şekli ile bana döndü ve ellerimi tutarak,
—Teşekkür ederim kadın, bana yanında olma fırsatı verdiğin için.
—Bunu senin için yapmadım ki. Sadece kendi adıma bir hamleydi, bencilce belki ama bu böyle Suat. Yalnız kalmak istemediğim bir an ile çarpışıverdi muzipçe talebin.
Hafif gülümseyerek devam ettim.
—Sen de bilirsin ki çoğu zaman akışına bırakırım olayları ve götürdükleri yerde alırım soluğu. Bu da onlardan biriydi sanırım. Şu an yalnız kalmak isteyebileceğim en son şey ve iyi ki buradasın. Sana minnet borçluyum.
Bu doğrultuda gelişen bir konuşma beklemediğini düşünüyor fakat biraz da bilerek durumu duygusal boyuttan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Biliyordum ki, eğer yakasını salarsam kendime hâkim olamaz ve yaşanacakları kontrol edemezdim. Yine de az sonra ki hamleyi kestiremiyordum. Her an bu fikrimden cayacakmışım gibi bir hal vardı üzerimde.
Kısa süren sessizliği bozan yine Suat oldu.
—Mektuplara bakalım ister misin bebeğim?
—Ben onlara o kadar çok baktım ki Suat, şu an inan görmek bile istemiyorum. Biliyorum, merak ediyorsun neler yazdığını fakat
sabah çıkarken alsan ve sen yalnız irdelesen onları, olur mu? Kafana takılan bir yer olursa ve cevap olacağımı düşünürsen konuşuruz yine. Ama şimdi değil.
—Tamam güzelim. Biliyorum bu konuyu konuşmak istemediğini. Endişelenme, bir şekilde çözeceğiz.
—Şu anki yaşadığım kargaşanın orta yerine bıraktığın huzur ve güven için teşekkürler Suat. Her şeyden önce de anlayışın için. İşaret parmağını dudaklarıma dayayarak,
-Şşşşşş! Tamam canım, bu konuyu şimdilik unutuyoruz, en azından bu gecelik. Anlaştık mı?
Gözlerimle verdiğim onay işaretini göğsüne gömdüğüm başım sağlamlaştırmıştı. İçimdeki huzuru ifade edecek kelime bulamıyordum dağarcığımda. Her şey o kadar sade ve o kadar kendiydi ki gözlerimi yumarak içime çekmek istiyordum bu yalınlığı. Belki bir nebze utanırdı bu sadelikten içimdeki onca kalabalık. “Zamanın hayata kitlendiği an” diye geçirerek içimden
—Ah be Suat! Bu kadar iyi olmak zorunda mısın?
Sesim çok cılız çıkmıştı ki ben bile güçlükle duyuyordum. Hayatın kendi seyrinde gitmesi ve zorluk çıkarmaması nasıl da özlediğimdi.
—Hayır kadın! Sadece seni seviyorum, hepsi bu. Bunun içine dâhil edeceklerin sana ait. Ben yalnızca seven bir adamım ve bunu da yıllardır içinde biriktiren. Şimdi bu birikimleri harcama vaktidir ve ben bunu yapmaya kararlıyım hayatımın kalan kısmında.
Konuşurken saçlarımla oynaması, parmaklarının yüzümün ve boynumun her detayında gezinmesi içimdeki kudurmaya hazır denizi dalgalandırıyordu. Şu an için izin vermemem gerektiğini düşünüyor fakat hiçbir şey yapamıyordum. Artık başım dizindeydi ve yüzünü bakabildiğim sürece net görebiliyordum. Gözbebeklerindeki büyüme, nefesindeki hareket, yüzündeki ifade değişikliği… Her şey görüş alanımdaydı. Dudaklarındaki kurumuşluk bile ele vermekteydi içindeki ateşi. Susuyor, hiç konuşmadan bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Takındığı ifadeye bazen içimi okuma arzusu ilişiyordu. İşte o zaman bakışlarımı hemen kaçırmak istiyordum. Beni bu düşüncelerimle yakalasın istemiyordum çünkü.
Ya bakışlarımı yakalar da kadın Asya’ya dokunursa. Aklım o kadar karışıktı ki, şu an yanıtlayamayacağım bir yığın soru ardı ardına sıralanıyordu. Suat’ı çevremdeki insanlara nasıl anlatacak ve bu durumu nasıl açıklayacaktım, O’na hissettiklerimin bir evvele dayanıyor olma ihtimali ne kadardı, Suat’a ne zaman ciddi anlamda bir erkek gözüyle bakmıştım, O’na cesaret veren gerçekten ben miydim gibi ve nice sayamadıklarım.
—Ne düşünüyorsun?
Soruyu soran Suat’tı.
—Seni, hatta bizi…
—Ne gibi mesela? Ne diyor sana düşüncelerin?
Aklımdan geçenlerin bazılarını kendime saklayarak içimdeki endişelerden bahsettim. Gülüyordu.
—Aklını ne kadar gereksiz şeylerle yorduğunu biliyor muydun? Ben de seni cidden akıllı biri sanıyordum, sen umduğumdan da delisin.
Sıcak bir tebessümün ardından gelen yeni bir suskunluk. Düşündüğüm bazı şeyleri onunla paylaşmamıştım ama yapmak arzusu içime sığmıyordu. Şu anda O’nu deliler gibi öpebilirdim. Hatta…. İlerisi bile mümkündü, bunu istiyordum çünkü tüm kalbimle. Sanki beni duymuş gibi utandım birden. Yanaklarımın yandığını hisseder gibiydim. İyi ki oda loş diye geçirdim içimden. Yoksa yakalanmak an meselesiydi. Yine de bu arzunun bir kenarına O’nun da aynı arzular içinde olduğu düşüncesinin endişesi yerleşmişti. O’na haksızlık ettiğim düşüncesi de tuhaf bir suçluluk duygusuna neden oluyordu.
Ben böyle gelip giderken isteklerimle endişelerim arasında dudağıma bıraktığı uzun bir öpücük beni kendime getirdi. Az önce gözlerinde yakaladığım ateş neredeydi?
—Şimdi değil. Sen “evet” deyinceye kadar “hayır”. Endişelenme kadın. Hele bu kadar zayıf bir anında, asla. En güçlü halinle gelmeli ve istemelisin beni.
O’na olan hayranlığım gittikçe artıyor ve öyle düşündüğüm için utanıyordum. Bu yanını hiç görmemiştim Suat’ın. Nasıl bu kadar sağlam durabiliyor, kendine nasıl bu kadar hâkim kalabiliyordu.
Ben bile düşüncelerimde de olsa arzularıma yenik düşmüşken O nasıl bu kadar hükmedebiliyordu.
—Şu aklındakileri bir kenara atıp beynini boşaltmayı dener misin lütfen. Bak o zaman nasıl rahatlayacak ve uyuyacaksın. Benim için dene, n’olur. Biraz uyumalısın.
Zamanın içine merhamet duygusuyla karışık bir sevecenlik salmıştı sanki. odanın havası değişmiş, duygularımdaki kargaşa beni bulunduğum zaman içinde terk etmişti. Bu rahatlıkla gözkapaklarımın ağırlaştığını ve gözlerimin kapandığını hissediyordum. En son hatırladığım yanıma uzanıp beni sırtımdan göğsüme doğru sıkıca kucaklamasıydı.
Gözlerimi mutfaktan gelen sesle araladım. Kanepede sabahlamıştık anlaşılan. Tek değişiklik üzerime atılan pikeydi.
Mutfaktan Suat sesleniyordu.
—Günaydın canım. Yumurtayı nasıl yersin?
sevgi kaya
devam edecek...