17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1069
Okunma

Kaçıncısı bilmiyorum ama bundan sonra içmemeliyim diye geçirdim içimden. Çakırkeyif olmuştum sanki. Konuşurken hafif dilimin dolaştığını sezer gibi oldum. Her içtiğimde olduğu gibi “r” harfi dolanmaya başlamıştı dilime. Zaman hayli geçmiş olmalı diye düşündüm. Zamanla pek işim yoktu oysa.”sabaha çok var daha “ diyerek kendimi de teselli ediyordum bu arada. Sanki suç işliyordum da bastırmak istiyordum. Bu durum son zamanlarda sıklıkla oluyordu bana ve ben bunun anlamını bir türlü çözememiştim. Üzerinde çok da durmak istemiyordum ya.. geçecekti nasıl olsa.
Gecenin ortalarına doğru kalabalıklaşan mekan artık sakindi. Bizimle birlikte 2 masa daha vardı. Gözüm birden karşı masada oturan bayana takıldı. Oldukça alımlı, orta yaşta bir bayandı. Gece boyunca birkaç kez göz göze gelmiştik. Bakışlarındaki ifadeyi ısrarla çözmek gibi garip bir istek belirmişti içimde. Tuhaf bir boşluk vardı derinliklerinde. Hiçbir anlam tam değildi sanki.
“ nereye daldın öyle?”
Suat’tı soruyu soran.
“karşı masadaki bayana takıldı gözlerim, bakışları Suat, bakışları çok tuhaf. Anlatmak ister gibi çok şeyi fakat hiçlik içine düşmüş sanki.
“Bahsettiğin bayan görmüyor canım.”
“Nasıl yani? Kör mü?”
“Evet. Neden şaşırdın bu kadar?”
“Bilmem… bu kadar tepki vermem aslında hayatın getirilerine. Fakat tuhaf geldi nedense.”
“Haklısın canım. Pek alışık olmadığımız bir hal sanırım.”
“Evet. Bakışlarındaki boşluğa anlam veremeyişim bundandı demek.” Diyerek kadına acıma gafletine düşmüştüm bir an. Oysa acınacak halde olanlar bizdik.
“Neden bu kadar şımarıklık yapıyoruz ki Suat hayata karşı?”
“Kendine haksızlık ediyorsun Asya. Tamam, bazen abartıyoruz ama, sen yine de kendine bu kadar yüklenme. Her zaman aşağıya bakan bir insansın ve yaşadığın onca güzelliği de buna borçlusun.”
Gülümsememe neden olan bu söylem nedense çok hoşuma gitmişti.
“Sıkıldın mı?” diyerek usulca sordu, ben de bir soru ile cevapladım O’nu.
“Gidelim mi artık?”
“Tamam canım. Sen hazırlan, ben de hesabı kapatayım.”
“peki” der gibi başımı salladım. Ayağa kalktığımda hafif başımın döndüğünü hissettim ve hemen yerime oturdum. Suat döndüğünde “hayrola” der gibi yüzüme bakıp,
“sen neden hazır değilsin” diyerek en sevimli tarafından azarladı beni.
“Sanırım fazla içmişim Suat, toparlayamadım.”
Elimden tuttu ve
“dur dur… Pis ayyaş. Sana yardım edeyim” diyerek koca bir kahkaha attı. Ben de kopmuştum. Gülmekten yıkılıyorduk birlikte. Güç bela toparlanarak nihayet açık havaya çıkmıştık.
Başımı gökyüzüne kaldırarak olan oksijeni ciğerlerime doldurmak ister gibi derin bir nefes aldım ve ellerimi iki yana açarak tüm dünyayı kucaklayacakmış gibi çocukça bir hamle yaptım. Sahiden de çocuklar kadar özgür ve hafiftim sanki.
Açık hava iyi gelmişti, kendimi toparlamış gibiydim. Saatte hayli ilerlemiş olmalıydı ve gelirken yağan yağmurdan eser yoktu. Çakmak çakmaktı gökyüzü . Lakin soğuk içime işlemişti. Hemen arabaya yöneldim ve Suat’a dönerek,
“gidelim mi artık, çok üşüdüm” dedim.
Hemen arabanın kaloriferlerini çalıştırdı..dişlerim birbirine vurarak garip sesler çıkarıyordu. Bu kadar üşümekte neyin nesiydi. Ellerimi ovuşturuyor, arada ağzıma götürüp hohluyordum.
“ Hasta mı olacaksın ne? Aman kızım sakın ha! Zaten salgın almış başını gidiyor, dikkat et kendine.”
“Olmam olmam, endişelenme. Geçer birazdan” diyerek geçiştirdim. Zaten arabanın içi ısındıkça benim de titremem geçmişti. Ne kadar yol aldık, ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Suat’ın arabayı kenara çektiğini fark ettim.
“Neden durduk Suat?”d iye tam soracaktım ki,
“Biraz mola istiyorum. Zamanı içime çekmek gibi tuhaf bir arzu içindeyim. Sakın gülme bu isteğime, fena olur bak sonra”
diyerek hem bana bir sırrını verir gibi sıkılgan hem de dövecekmiş gibi öfkeli bir hal almıştı.
“Ne düşünüyorsun?”
“bizi”
Hiç beklemediğim bir yanıttı bu ve ne tuhaftır ki cevabını bilir gibiydim. Lakin olayı hiç o boyuta taşımak istemiyordum. Daha doğrusu taşımamam gerektiğini düşünüyordum. Yine de bu yanıt içimi ılıtmıştı nedense. Bu yemek işi nasıl bu noktaya gelmişti, bunu da anlamıyordum açıkçası. Haftada en az iki akşam yemek yediğim, hayatımın hemen hemen her karesinde yer alan biriydi oysa Suat.
“Bu haksızlığı yapmalı mıyız birbirimize?”
Konuşurken yüzüme bakmıyor hiç seçilmeyen karanlıkta denizi seyrediyordu. Sadece karanlığın içinden çok uzaktaki yerleşim yerinin ışıkları bir sis perdesinin ardından sızar gibiydi. Bu manzaradan Ünye tarafında olduğumuzu çıkarabiliyordum sadece. Ses tonundaki kendinden emin hal yine de saklayamıyordu endişesini. Ummadığı yanıttan ne kadar sarsılabileceğini sezebiliyordum sesindeki titremeden. Gözlerime bakamayışı da bunun işaretiydi.
Ani bir hamle ile çenesini elimle tutarak bana bakmasını sağladım. Bu cesareti bana sanırım aldığım alkol veriyordu. “Yoksa buna cesaret edemezdim” diye geçirdim içimden. Yine de bu düşünceyi hemen uzaklaştırmak istedim. Bunu düşünmek istemiyordum çünkü. Yanıtını az çok bildiğim bir soruyu yönelterek,
“ne zamandan beri Suat bu böyle? Gözlerime bak ve cevap ver.”
“çok zamandır. Hatırlayamadığım kadar uzun.”
“nasıl yani? ya Zuhal…!”
“O çok başka. Biliyorum ki çözmeye çalışıyorsun lakin uğraşma ve o güzel kafanı yorma buna. Zamanı gelince anlarsın. Anlatırım sana ama şimdi değil, sakın sorma , şimdi değil.”
Durum gittikçe karışık bir hal alıyor, her kurulan cümle yeni sorular getiriyordu. Allak bullak olmuştum. Ve devam etti.
“şu an o kadar güçlü değilim, dağıtırsam toparlayamam. Bu zamana kadar seni olduğun gibi yaşadım ama bundan sonra olması gerektiği gibi yaşamak istiyorum kadın.”
İçime sığmayan bir şeyler vardı yerine oturmayanların yanında ve ben şu an sadece içime sığdıramadıklarımla ilgilenmek istiyordum. Elimi eline alarak ve farkında olmadan hiç bırakmak istemezcesine sımsıkı tutarak,
“buna izin ver lütfen…” diye kısık bir sesle devam ediyordu. Güç bela duymuştum bunları. Elimi o kadar sıkıyordu ki canım acıyordu.
Tam “Suat” diyerek söze başlamıştım ki eliyle ağzımı kapatarak,
“sus…”dedi, “ne olur sus… şu anda vereceğin yanıtı kaldıramayabilirim.”
Çok da isabetli olmuştu. Ne diyeceğimi bilmeden başlamıştım söze çünkü. Nasılsa arkası gelir diyerek ve beni götürdüğü yere giderek. Şu an için düşünmek, yapacağım en son iş gibi görünüyordu.
Suat hala bakışlarını çekmemişti üzerimden. Bakışlarında tuhaf bir davet vardı. Arzu ettiği kadın olmamın yanında çok daha başka bir davetti bu. Bakışlarının altında eziliyor ve gözlerimi kaçırmaya çalışıyordum. Bu halim ona cesaret vermiş olacak ki, daha bir cesurlaştı bakışları. Sanki çıplaktım karşısında. Yüzümü iki elinin arasına alarak biraz daha kendine doğru çekti beni. Nefesi yüzümü yalayıp geçiyor, her seferinde içime ılık ılık bir şeyler akıyordu. Titrediğimi fark ederek, O’nun da fark etmemesi için dua ediyordum adeta. Ama bu çabam boşunaydı, biliyordum bunu. Bakışlarımı aralanmış dudaklarından zoraki ayırarak başımı göğsüne gömdüğümü hatırlıyorum en son. Bu sanki yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi bir şeydi. Derin bir şekilde kokusunu içime çekmek istiyor ve “zaman şu anda durmalı” diyordum,”durmalı ve hiç akmamalı.”
sevgi kaya
devam edecek...