7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
976
Okunma
DEMOKRATİK AÇILIM HİKÂYELERİ
Dr. Sadık ÖZEN
Bugün, şu malum “Demokratik Açılım” üzerinde biraz durmak istiyorum. Demokratik Açılım nedir, ne zaman, kim tarafından ve niçin başlatılmıştır ? Bu soruya, hep birden; “Başbakan tarafından, 4-5 ay önce, Kürt kökenli vatandaşlarımıza daha çok özgürlük verilmesi amacıyla” diye yanıt verileceğini sanıyorsunuz değil mi ? Hayır, öyle değil. Bu sorunun yanıtını bulabilmemiz için, bundan yedi yıl öncesine kadar uzanmamız ve hafızalarımızı biraz yenilememiz gerekiyor.
2002 Genel seçim sonuçlarını şöyle bir anımsayalım. En çok oyu alarak iktidar olan partinin genel başkanı, seçime giremeyip milletvekili seçilememiş ve meclis dışında kalmıştı. Bu durumu demokrasi adına uygun görmeyen ve yaratılan çelişkiyi ortadan kaldırma görevini üstlenen Ana Muhalefet Partisi Lideri kollarını sıvayarak işe başladı. Önce, Siirt’te yapılan seçime itiraz edildi ve bu seçim iptal ettirildi. Arkasından, muhalefet tarafından yapılan katkılarla yeni yasal düzenlemeler getirildi ve iktidar patisti liderinin seçilerek TBBM’ ne girmesi sağlandı.
İşler, o güne kadar görülmemiş bir hızla takip edilmiş ve sonuçlandırılmıştı. Olaylar, alışılmamış derecede olumlu bir silsile takip etmiş, bütün kurumlar üzerlerine düşenleri hiç aksatmadan ve çabucak yerine getirmişlerdi. Sanki görünenlerin arkasında bütün bunları düzenleyen “Gizli bir el” vardı.
Zaman zaman birtakım tartışmalara neden olan bu olay, gerçek demokrasinin işlerlik kazanması açısından son derecede önemliydi. Ana Muhalefet Partisi Lideri’nin bu konudaki çabaları erdemli bir davranış olmuştu. Halkın çoğunluğu yapılanları büyük bir takdirle karşılamıştı. Tabii, bu konuda muhalefet partisi liderinin başka hesaplarının da olabileceği bilinmiyor. Belki de yükselmekte olan bir siyasetçiye, sorumluluk verilerek önünün kesilmesi düşünülmüş olabilirdi. Zira “Sonradan çıkan boynuzun kulağı geçeceğini” daha o günlerden kestirebilmek son derecede zordu.
Her he amaçla yapılmış olursa olsun, sebep ve sonuçları itibariyle, bu olay, ülkenin huzuru ve geleceği açısından, iktidar ile muhalefet arasında, fevkalade güzel ve olumlu bir başlangıç olabilirdi. Ne yazık ki öyle olmadı ve aradan geçen kısa bir süre sonra münasebetler son derecede bozuldu. Hatta bugün, kişiliklere ve aile yapılarına kadar uzanan ve ölçüsü iyice kaçırılan söylemlerle, iki lider arasında adeta bir savaş yaşanıyor. Doğrusu, güzellikle başlayan bu işin, bu derecede kötü sonuçlara ulaşacağı düşünülemezdi. Bu mesele, beşeri münasebetler açısından bakıldığında; hem büyük bir ayıp, hem de siyasi olarak, ülkemiz için büyük bir kayıp olmuştur.
2002 yılında Ana Muhalefet Partisi Lideri’nin davranışının yerinde olup olmadığı konusu bugün bile hala tartışılabilir. Ama o gün için ilkeli bir davranış olduğu kesindir. İki liderin bu konuda nasıl bir yorum yapabilecekleri ise bilinmiyor. Ama gelinen bu yerde, kamuoyu yaşanan olumsuzluklardan hoşnut olmak şöyle dursun son derecede tedirgindir. Gerginliklerin artması insani değerleri bile tartışılır hale getirmektedir. Tartışmaların bu derecede artmasında, insanların yeterince vefa duygusuna sahip olamamalarının payı büyüktür.
Bir süredir ülke gündemini işgal eden “Demokratik Açılım”ın başlangıç hikâyesi işte bu. Nerelerden nerelere gelinmiş değil mi ? Bu hikâye birçok insanın kendilerini sorgulamalarını gerektiriyor. Tabii bu cesareti ve basireti kendilerinde bulabilirlerse. Bu yapılmadığında, yeni açılımların hep fiyasko ile sonuçlanabilecekleri kesindir.
Şimdi gelelim günümüzdeki açılımlara: Ülkemizde, ”Kürt Açılımı” diye başlatılan, sonra “Demokratik Açılım” adı verilen ve da sonra da “Milli Birlik Açılımı”na dönüştürülen; kamuoyunda birçok tartışmalara ve huzursuzluklara neden olan, buna karşın içeriğinin ne olduğu hala açıklanmayan ve halk tarafından da anlaşılamayan, garipliklerle dolu bir süreç yaşanmaktadır.
Bu sürecin getirdiği olumsuzluklar her gün biraz daha artıyor. Açılım sözcüğünden cesaret alan ayrılıkçılar, bunu kendileri için bir fırsat bilerek atağa kalktılar ve bölücü eylemlerini yoğunlaştırdılar. Karakollar basılıyor, yakılıyor, bayraklara saldırılıyor, kurulan tuzaklarla askerlerimize kurşun yağdırılıyor ve şehit ediliyor. Bu iğrenç eylemlerle halkımız sindirilmeye çalışılıyor, ortalık geriliyor, koku ve endişe hakim kılınmak isteniyor.
Ülke yönetiminin başında bulunanlar, yaşanan bu olumsuzlukları görmezden gelerek, “Açılım” adını verdikleri tutumlarını sürdürüyorlar. Bunu yaparken, “Sonu nereye varırsa varsın” söylemiyle, bu konudaki kararlılıklarını ifade ediyorlar. Ama bu açılımın ne olduğu, ne getirip ne götüreceği hala belli değil. Şu anda adeta bir kör dövüşü yaşanıyor ülkemizde.
“Sonu nereye varırsa varsın” söylemi bir restleşmenin ifadesidir. İnsanlar kendi adlarına restleşebilirler. Ama bunu devlet adına yapabilmek o kadar kolay değildir. Devlet adına yapılan işlerin belirli kuralları ve sorumlulukları vardır. Devleti yönetenler, “Ya harro, ya merro” mantığı ile hareket edemezler. Yaptıkları her eylemin milletin yararına olması gerekir ve gün gelir kendilerinden yaptıklarının hesabı sorulur. Devlet adamlığı, kabadayılığa ve inatçılığa gelmez.
İleride “Keşke !..” dememek için; yapılan girişimlerin ve verilen kararların zamanında iyi değerlendirilmeleri gerekir. Bu yapılmadığında; hem ülke beklenmedik tehlikelerle karşı karşıya gelebilir, hem de bu tehlikeleri yaratanlar yaptıklarından zarar görürler.
Aklı selimin galip gelmesi dileğiyle…
13 Aralık 2009
www.fikirplatformu.net