9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
871
Okunma

Genetik olayı, insanın hayatında en etken eleman. Kim ya da ne olmak isterseniz isteyin, sonunda genleriniz sizi nereye götürüyorsa, o kişi oluyorsunuz.
Biraz babanız.
Biraz anneniz.
Halanız, dayınız, amcanız, bildiğiniz, bilmediğiniz büyük babalarınız ve büyük anneleriniz.
En yakın kuşağın, anneniz ve babanızın, bile hatırlamadığı, tanıyamadığı aile üyelerinden gelen genetik özellikler.
Çokça duyarız " Kime benzedi bu çocuk? " sorusunu.
Tahminler vardır ama kesin bir tespit yoktur. Olay karma’dır da ondan.
Yaptığım araştırmaya göre, baba tarafımda, biraz çatlaklık var. Benim, sağlık dahil olmak üzere, bedensel ve ruhsal genlerim baba tarafından gelmedir. Yani çatlaklık bende de var.
Şöyle ki; Babaannemin annesi ve babası bir birlerine öyle küserlermiş ki, aylarca konuşmazlarmış. E çocuklar var, evin sorunları var, var da var. Karı-koca konuşmadan, paylaşmadan olur mu? Olmaz. Onlar da mektuplaşırlarmış. Aynı evin içinde.
Bir sonraki kuşak, babamın dayısı ve iki oğlu. Oğlanlar o kadar gezentiymişler ki, delikanlılık dönemlerinde, gündüz okul, akşam vur patlasın, çal oynasın. Hemen hiç babaları ile görüşemezlermiş. Babaları da onlara mektup yazar bırakırmış: " Oğlum nasılsın? " ya da " Bu akşam evde otur da yüzünü göreyim " diye.
Gelelim sonraki kuşağa, bana. Ben de çocuklarımla mektuplaşırdım. Üstelik biz öyle görüşemeyenler ya da küsenler cinsinden de değildik. Ama bazen öyle konular oluyor ki, karşılıklı oturup konuşmaya kalksan ya tam anlatamayacaksın sonunda tartışma çıkacak, ya da anlatamadığın için anlaşılmaz kalacaksın. Ne sorun çözülebilecek ne de üstü çizilebilecek. Oysa yazarsan, karşında sana cevap veren, soru soran biri olmadığı için, konuyu dağıtmadan takır takır anlatmak istediğini anlatır, işi bitirirsin. Bizde de olay böyleydi. Hemen kağıda, kaleme sarılırdık, karşılıklı.
Tabi hal böyle olunca, genel karakter ve ruhsal yapım açısından, beni babaanneme benzetirler. Ufak tefek farklılıklar konu dışında bırakılarak. 50 sene içinde, bu ana şablona, ben de bir şeyler ekledim ya da çıkarttım, elbette.
Sakın ola ki, anneannemin benim için yan karakter olduğunu düşünmeyin. Her ikisi son derece farklı insanlardı. İkisi de, varlıklarıyla, hayatıma başka başka renkler, tatlar, öğretiler kattılar.
Babaannemle, hayatı paylaşır, konuşurdum. Anneannemle, hayatı yaşardım.
Ama bu gün çokça babaannemin ismi geçecek. Çünkü paylaşacağım yanım onunla ilgili.
Hep derdi ki, “ Kızım, bir insanın gönlü, bedeni ile beraber yaşlanmıyorsa, o insanın işi çok zor. “ Kişi, kendinden bilir, işi. Öyleydi. Rakamlarla sınırlamazdı hayatını. Öldüğünde 80’li yaşlarındaydı. Tek duası “ Allah gözlerimi almasın. Okuyamazsam biterim. “di. Romantik yazarların en ünlüsü, Barbara Cartland okurdu. Beni yakaladığı anda hemen nasihate başlardı: “ Kızım, hayatı istediğin gibi yaşa. Kendine bak, giyin, süslen, gez. Çocuk, büyür. Koca, hallolur. Sakın ola ki, yaşından ötürü kendini kısıtlama. Kaşını kaldır, dik dur.“
Hani derler ya, “ Bir insana, kırk kere salak dersen, salak olur “. Benimki de o hesap. Sürekli bu öğretileri dinleyen bir insan nasıl olur? Benim gibi olur.
İki sene önce, Urla’da sohbet ediyoruz. Oğlum, gelinim ve ben. Herkes bir şeylerle meşgul. Ben de gazete okuyorum. Vespa motosikletlerinin ilanını gördüm. “ A işte ben de bu motosikletlerden almak istiyorum. Buradayken çarşıya, pazara kullanırım. İzmir’e gittiğimde de ulaşım aracı olarak çok işime yarar.” dedim. Dedim ve bir anda fark ettim ki, ortamda sessizlik var. Ne olduğunu anlamak için başımı kaldırdım. Oğlum ve gelinimin, fal taşı gibi açılmış, gözleri ile karşılaştım. “ Ne?” dedim. Oğlum “ Anne, şaka yapıyorsun değil mi?” dedi. “ Yo “ dedim. “ Anne, artık biraz büyüsen ? “ dedi. Motosikleti alamadım ama alacağım çünkü, aklıma takıldı bir kere.
Kendimi bildiğimden beri, tiyatroya karşı, karşı konulmaz bir ilgim ve hevesim vardır. Eğitimime tiyatro öğrencisi olarak devam etmek istemiştim ama, İzmir de, o yıllarda, henüz o bölüm açılmamıştı. Ailem de İstanbul’a gitmeme izin vermemişti. Geçtiğimiz haftalarda, Konak Kültür Müdürlüğü’nün, tiyatro kursları açtığını öğrendim. Hemen kaydımı yaptırdım ve ilk toplantıya gittim. Her yaştan, erkekli, bayanlı hoş bir gurup vardı. Sohbet ilerledi. Herkes görüşlerini ve beklentilerini dile getiriyor. Bayanın biri dedi ki, ” Ben, emekliyim. Zamanım bol. Kurslarda, illa ki saate bağlı kalmayalım. Süreyi dilediğimiz kadar uzatalım.” “ Nasıl yani?” dedim içimden ama sustum. Derken sıra kesin kayıtlara geldi. Herkes kaydını yaptırıyor. Ben ayrılmak için izin istedim. Eğitmen, “ Neden? Kayıt olmayacak mısınız? “ dedi.
“ Ben de emekliyim. Ama ben, SSK dan emekliyim. Hayattan emekli olmadım, henüz. Bu yüzden izninizi rica ediyorum “ dedim ve ayrıldım. Merdivenlerden inerken, herkes yüzüme bakıyordu. Çünkü, sürekli mırıldanıyordum “ Ah! Babaanne, ben sana ne diyeyim şimdi?”.
Bedenimle ruhumun birlikte yaşlanmamasının keyfi ile gülümseyerek, kaşlarımı kaldırdım, duruşumu dikleştirdim ve binadan çıktım.
Eser Aslanlı
izmir