6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
737
Okunma

NEFES
Bu yazıyı yazmadan önce çok düşündüm. Bazı konuları dile getirmek zordur. Özellikle topluma mal olmuş bir konuyu ele almak, görüş bildirmek oldukça zordur. Özen gerektirir. Öncelikle görüşünüzü doğru ifade edebilmeniz önemlidir. İncitmemek, örselememek adına anlamını aşan kelimelerden kaçınmanız gerekir. Ama aklınızda yerine oturmayan bir şeyler varsa sürekli bir “ Yaz “ komutu duyarsınız iç sesinizden.
Bir çok yazımda, benim için bu vatanın ne kadar önemli olduğunu söylemişimdir, okuyan dostlar bilirler. Türklüğün, bayrağın, toprağın değerini bilen biri siyimdir ve bu yönümle her zaman gurur duymuşumdur. Bilen bilir, bilmeyen de öğrenmek isterse, nasıl bir insan olduğumu, bana sorar, anlatırım.
Lafı fazla dolandırmadan konuya girmek istiyorum.
Konumuz Nefes filmi.
Pek çoğunuzun izlediğinizden hiç kuşkum yok. Kızım filmi izleyip eve geldiğinde “ Bu filmi izledikten sonra seni düşünemiyorum. Herhalde geçersin bilgisayarın başına ve sayfalar dolusu yazarsın “ dedi.
Geçtiğimiz hafta annem, ben ve kızım gittik. Evet, kızım 2. kez izledi. Film bitti, ışıklar yandı ve biz çıktık. Kızım hayretle yüzüme bakıyordu. İstiklal marşına, bayrağa, her bir şehide ayrı ayrı ağlayan, sebep olanlara küfürler yağdıran annesinde tık yok. Dayanamadı “ E?” dedi. “ Bekle “ dedim. “ Kafamda şöyle bir evirip, çevireyim. “ Hala evirip, çeviriyorum. İçime sinmeyen, aklıma takılan, yerine oturtamadığım çok şey var.
Sırası ile gitmek istiyorum. Böylece, aklımdakileri, daha net aktaracağıma inanıyorum.
Filmin konusu : Güney Doğu’da Irak sınırına yakın bir ilçede komando tugayında bulunan ve Karabal Tepesindeki role istasyonunu korumak üzere bir yüzbaşı komutasındaki 40 askerin hikayesi.
Yüzbaşı, emrindekilerle bu istasyona ulaşmak üzere yola çıkıyor. Yolda baskına uğruyorlar ve en yakın arkadaşı şehit düşüyor. İstasyona geldiklerinde, tek amacı, baskın yapan terörist grubun başı olan “ Doktor “ lakaplı kişiyi yakalamak oluyor. Sonuçta karakol baskına uğruyor. Birkaç kişi dışında, kendisi ve Doktor da dahil olmak üzere, herkes ölüyor.
Filmi pek çok ortamda, pek çok kişi ile tartıştım. Aynı ve ayrı düşündüğüm insan sayısı, eşit gibi çıktı. Ama küçük bir detayla. Filmi iki bölüme ayırdım. Yüzbaşı ve dışında kalanlar. Dışında kalanlar derken, askerleri kastediyorum. Asker kimliklerinden çok insan oluşları ön plandaydı, bana göre. İnsan, bir olayda, ne kadar eğitimli ve donanımlı olursa olsun, olayı gerçek boyutu ile yaşamaya başlayınca, tepkileri farklı olabiliyor. Hele ölüm söz konusuysa uzmanlık, eğitim, donanım anlamını yitiriyor.
Şimdi sizinle detaya girelim.
ASKERLER:
Yukarıda da belirttiğim gibi, insan oluşları ön plandaydı. Sizin, benim çocuklarımız. Ailevi sorunları, gönül sorunları ile. Öyle uzaklar ki, çözebilmelerine imkan yok, o sorunları. Ancak kısıtlı telefon bağlantısı ile bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Çaresizler. Vatanı korumak üzere eğitilmişler ve görevdeler. Erkekler. Duygularını ne kadar gizleseler de, ne kadar büyümüş görünseler de henüz deli kanlılar. Baskın sırasındaki korkuları, panikleri. En eğitimli, en bildikleri şeyleri yapamaz hale gelmeleri. Muhteşemdiler. Saflıkları ile, masumlukları ile ve gizlemeye çalıştıkları acemilikleri ile.
YÜZBAŞI:
1- Yüzbaşı’nın çocuğu olmuyor. Ve bu yüzden evliliğinde, eşi ile, sorunları var. Komando olarak eğitilmiş. Duygularını gösteremeyen biri. Bu konuda da pişmanlıkları var. Özellikle eşine karşı. O’nu sevdiğini söyleyememiş olmasının ezikliğini iç konuşmalarından anlıyoruz. Bu iç konuşma, mektup, bölümü gereksiz uzatılmış.
2- Kendi sorunlarının üstüne bir de en yakın arkadaşının ölümü, yüzbaşının ruhsal dengesini iyice bozuyor. Doktoru yakalamak bir takıntı haline geliyor. Sırf onu kışkırtmak için, üstlerinden bile gizleyerek, bir tuzak kuruyor. Doktor’a yakın olduğunu bildiği bir kadın teröristi ele geçiriyor.
3- Tüm bunları bilinçli yaptığı halde, karakolda ve çevresinde, ekstra bir güvenlik tedbiri almıyor.
Madem çocukları harcayacaktı baştaki tiradın anlamı neydi?
“ Sizi tabutlarınızın içinde göndermeyeceğim, memleketlerinize “
..............
Görüşlerim:
1- Filmin çekimlerine 16 Ekim 2007 de başlanmış.
Röportaj:
İlker: 16 Ekim 2007’de başladı çekim. Bir hafta sonra, şehit haberi aldık. O kadar psikolojisine girmişiz ki olayın.
Özgür: Eğitmenlerden biriyle konuşuyordum. Cep telefonuna geldi mesaj. Gözleri doldu birden. Çok kötü oldu karşımda. Ne oldu, dedim. Telefonunu gösterdi. 12 asker şehit olmuş (Dağlıca baskını). Benim de gözlerim doldu. Dışarıya çıktım, kime söylediysem dağıldı.
Not : 22 Ekim 2007 Dağlıca baskını. 12 askerimiz şehit.
Filmin, 29 Ekim 2008 de gösterime girmesi beklenirken, 8 ay ertelenmiş.
Film, nasıl bir ortamda gösterime girdi?
Dağdan inen Pkk , kabul görmez bir şekilde, karşılanmış. Halk isyan içinde. Vatanları, şehitleri, bayrakları incitilmiş.
TSK ya karşı eleştiriler bomba gibi yağıyor. Halk, en güvendiği kuruma karşı, kışkırtılmaya çalışılıyor.
Meclis, 10 kasım da açılımı konuşmaya karar vermiş.
Tüm değerlerimiz, tokat üstüne tokat yiyorlar.
Bütün bu olaylar yaşanırken, 29 Ekim 2009 da film gösterime giriyor.!!!!
2- Filmde işlenen konu ne? Psikolojik dengesi bozuk, sorunlu bir yüzbaşı. Kişisel zafiyetleri yüzünden 40 askerin şehit olmasına sebep oluyor.
Bu mudur yani? TSK nın, şerefli bir yüzbaşısının tiplemesi böyle mi olmalı?
Filmin sonuna kadar şunları bekledim:
1-Yüzbaşı, o karakola, özel bir emirle gönderiliyor. Doktor denen teröristin mutlaka yakalanması lazım. 140-240-340-.... şehit vermemek için 40 asker feda ediliyor. Bu senaryom tutmadı. Zaten tutmaması da lazımdı. Böyle bir düşüncenin gerçekçiliği imkansız olurdu.
2- Yüzbaşı kendi kararı ile bu teröristi yakalamak istiyor. Ama emrindekilere zarar gelmemesi için, güvenlik tedbirlerini arttırıyor. Nöbetleri sıklaştırıyor. Güneş altında, karların üstünde keyif yapmak yerine, keşiflere çıkıyor. Gözcüler dikiyor, her yere. Uyanık ve tetikte olmalarını emrediyor, çocuklara. Bu senaryom da tutmadı.
Tamam, çok emek verilmiş. Çok güzel çekilmiş. Baskın sahnesi muhteşem canlandırılmış. Bütün bunlara bir diyeceğim yok. Hani bazı tipler vardır, köşelerinde otururlar, parmaklarını kıpırdatmazlar ve yapılan her güzel, değerli şeye bir sürü eleştiri yağdırırlar. Böyle görünmek istemiyorum. Emeğe saygısızlık, yapamayacağım bir şey. Yazarken, bir yandan da özür dilemeye çalışıyorum, kelimelerimle. İlk defa, bir yazımı, içime sinmeden yazıyorum ama görüşlerimi paylaşmazsam da riyakarlık yapmış gibi hissedeceğim. Yaz-yazma çelişkisini içimden atamayacağım. Takıntılı karakter yapısı.
Film beni çok kızdırdı.
Neden?
1-Filmde işlenen yüzbaşı tiplemesi. Asla kabul edemeyeceğim bir karakter. Benim orduma yakışmayan, olması mümkün olmayan biri.
2-Kendisi o kadar farkındaydı ki her şeyin, ilaçlarını bile almayı bıraktı. Hatırlayın, ne dedi yanındaki subaya? “ İlaçları bıraktım. Artık almama gerek kalmadı “. Ölümü göze almış hatta öleceğini biliyor. Ne yaptığının, olayı nereye taşıdığının bilincinde. Ama ne olacağını bir tek o biliyor. En ufak bir uyarı, en küçük bir hazırlık yok. Baskın sahnesinde “ Bile bile çocukları ölüme gönderdi “ diye düşündüm. ( cümle daha farklı ama yazamam, sadece “ Bu kadar sakin değil “ diyeyim, siz anlayın )
Belki bu yüzden hiç ağlayamadım. İçimdeki ses “ Film, farklı amaçlarla çekildi. Gösterime girişi özellikle bekletildi. Ama halkın tepkisi umulan, beklenen gibi olmadı.” diyor.
“ Öküz altında buzağı arıyorsun “ demeyin. Baskın sahnesini çıkartın. O sahnenin sizi etkilemesine izin vermeyin. Duygusallıktan uzaklaşın. Geriye kalanları tekrar düşünün.
Mustafa filmine neden kızmış, tepki göstermiştiniz?
Eser Aslanlı
izmir.