2
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1563
Okunma

YUSUF
Serin bir eylül sabahıydı. O gece hiç uyuyamamıştım. Sabah başucumda çalan saatin ziliyle yarı uykulu ama bir o kadar da heyecanlı fırlarcasına kalktım. Alel acele hazırlanıp yola koyuldum. Yapılacak bir sürü iş ve hazırlık beni bekliyordu. Okulun kapısından telaş içinde girdim. Müdür beyin kapısının önünde korkak ve ürkek bana bakan bir çift kapkara ışıl ışıl parlayan gözle karşılaştım. Öyle ufak ve öyle korkmuştu ki, düşmemek için duvara yaslanmıştı. Bir an bakışlarını benden kaçırıp çevresini incelemeye başladı. Islanmış kedi yavrusu gibi titreyen ellerini ovuşturuyordu. Ani bir kararla yukarı çıkmadan onun yanına gittim ve başını okşadım o korkan gözlerde bir ışık belirdi ve hafif bir gülümseme ile bana baktı. Hoş geldin dedim, cevap yok. Bende sırtını sıvazlayıp yukarı çıktım. Ardımdan bakan gözleri hissediyordum. Artık bir nebze olsun korkusunu yenmişti sanki ya da bana öyle gelmişti.
Bu olaydan üç yıl sonra, sınıfta bir huzursuzluk hissettim yine bir şeyler ters gidiyordu. Acaba benden kaynaklanan bir sorun mu var diye düşündüm. Çünkü o dönem bazı özel sorunlarım vardı ve ne kadar da işime yansıtmamaya çalışsam da sınıfta zaman zaman performansımın düştüğünü hissediyordum. Belki de sorun budur diye, çocuklarıma benimle ilgili düşüncelerinizi yazar mısınız dedim. Hiç kimse yazısının altına isim yazmasın diye de özellikle rica ettim. Bunu duyan bazı öğrencilerin yüzündeki rahatlamayı görebiliyordum. Sonuçlar tam da tahmin ettiğim gibi benim üzgün olmam ve onlarında bu durumu fark etmeleri derse konsantre olmalarını engelliyordu. Beni öyle görmek istemediklerini, beni çok sevdiklerini yazmışlardı. Ama içlerinden bir tanesi vardı ki yazdıkları beni can evimden vurmuştu.
”Sevgili öğretmenim, ben sizi çok seviyorum. Okula kayıt olmak için geldiğim ilk gün benim başımı okşadınız, beni sevdiniz bende sizi çok sevdim. Hep gülmenizi istiyorum”
Evet Yusuf yazmıştı bunu, ben ki unutmuştum bu olayı o gün benim için o kadarda önemli değildi belki de. Çünkü ben tüm çocuklara aynı sevecenlikle yaklaşmıştım. Demek ki içlerinden biri bu davranışımdan derinden etkilenmişti. O an tuhaf bir gurur duydum kendimle. O günden sonra o çok sevdiğim Yusuf’un yeri bir başkaydı benim için.
Bu sene artık benden ayrıldılar. 6. sınıfa başladılar benim kuzucuklarım. Okulların açıldığı ilk gün onları karşımda formalarıyla görünce ne çabuk büyüdüler dedim kendi kendime. Beş yıl boyunca beraber ağlayıp beraber gülmüştük ve beraber öğrenmiştik hemen her şeyi. Bana domates ekmesini, yetiştirmesini ( her ne kadar benim ektiğim domates birkaç haftada bir koca ağaca dönüşüp üzerinde sadece bir domates verse de ), kavunun sulanmadan yetişmesi gerektiğini öğretmişlerdi. Yine bana girdikleri sınavlarda aldıkları puanlarla o muhteşem gururu yaşatmışlardı. Artık başka öğretmenlerin ellerine emanettiler.
Bu gün yeni sınıflarında onları ziyaret ettim. Huzursuzdular, yeni ortama alışmaya çalışıyorlardı. Beni her ders arasında ziyaret ediyorlardı. Bende bir ara sınıfa gidip konuşarak onları rahatlatmak istedim. Yanlarına gittiğimde rahatladıklarını ben konuştukça sanki bir şiir dinler gibi bana baktıklarını gördüm. Ama içlerinden biri hiç yüzüme bakmıyordu. Ne oldu Yusuf dedim bir sorun varsa konuşalım. İşte o an o ürkek bakışları gördüm gözlerinde. Ardından gözleri doldu. Sınıfta ağlayamazdı, artık sınıfın ağır başlı dediği dedik bir üyesiydi o. Zayıf tarafını gösteremezdi. Başını eğdi, kollarıyla kimse görmesin diye sıkı sıkı sardı başını. Yanına gittim. Fısıldayarak konuştum onu rahatlatmak istedim, ama benimde gözlerim dolmuştu. Hadi git yüzünü yıka istersen dedim. Gayet sert bir sesle “hayır” dedi. Belili ki bana, annesi yerine koyduğu bana kızmıştı. Belki de onu terk ettiğimi düşünmüştü ve yanında olduğumu hissedince de boşalıvermişti içindeki gerginlik. Ortamı yumuşattıktan sonra hepsiyle gurur duyduğumu söyleyerek sınıftan çıktım. Öğretmenler odasına döndüğümde gözlerimden yaşlar dökülüyordu. Kendimi tutamıyordum bir türlü. Bu çocuklar beni gerçekten sevmişler diye düşünüyordum. O saf tertemiz yürekleri ile koşulsuz ve içten duygularla… Tıpkı benim onları sevdiğim gibi.
Artık uçmak zamanı, 39 tane güvercini yetiştirip saldım gökyüzüne bakalım hangi yöne gidecekler diye arkalarından izleyeceğim artık. Her zaman söylediğim gibi ne yaparsanız yapın, hangi mesleği seçerseniz seçin ama yapabileceğinizin en iyisini yapın. Hayat size hep gülen yüzünü göstersin. Yolunuz açık, şansınız bol ve her şey gönlünüzce olsun. Hepinizi çok seviyorum.
2004 – Ankara