8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
554
Okunma
Türkiye’de dolaylı müdahaleleri saymazsak, iki önemli müdahalesi olmuştur ,Ordunun demokrasiye. Bunlardan birincisi 27 Mayıs 1960, diğeri de 12 Eylül1980 müdahalesidir.
Adına, ister darbe, ister ihtilâl desek de, özünde sivil yönetime müdahaledir.
Hangisinin gerekli olduğu, sonuçlarının yararlı mı zararlı mı olduğu, tartışılabilir, fakat sonuca ulaşılamaz.Herkese göre farklıdır çünkü,bu sorunun cevabı. Tartışılamayacak tek gerçek ise, her iki müdahalenin de, hatta, arada yapılan, dolaylı müdahalelerin bile, ülkemize dış dünyada itibar kaybettirdiği, sonuçta bizi, ülkemizi, medeniyet yarışında, geride bıraktığıdır.
1960’ın idamları, bu gün herkes tarafından eleştirilmektedir. 1980’in tahribatı ise, çok daha ağırdır. Bir çok genç, hayatının baharında idam sehbasına götürülürken, işkence görenlerin, faili meçhule gidenlerin, sağlıklarını, tahsil hayatlarını,işlerini kaybedenelerin sayısı da oldukça kabarıktır. Buna rağmen, o günleri yaşayanlara sorsanız, çoğu, bumüdahalenin gerekli olduğunu savunacaklardır. Bunların içinde, bu gün , ordumuzu darbecilikle suçlayan bir çok kişinin, siyasetçinin de olduğuna,bizzat ben tanığım.
1980 müdahalesini, solcu olmayan, hemen herkes alkışlamıştır. Çünkü,var olduğuna inandırılmış bir sosyalist devrim tehlikesine karşı yapıldığı iddia edilmiştir. Böyle bir tehlike var mıydı, yok muydu, yoksa, hepsi dış güçlerin, özellikle ABD’nin bir senaryosu muydu,bunun takdiri tarihçilere aittir. Fakat, yıllar sonra, ABD’lilerin itiraflarını hepimiz duyduk :Sağı da, solu da kendilerinin desteklediklerini kışkırttıklarını bizzat itiraf ettiler. ABD : Müttefikimiz, sözde dostumuz !Ve biz, onlara bunun hesabını soramıyoruz. Oysa, ülkenin yıllarca geri gidişinin, ekonomik kayıpların, en önemlisi, onca canın sorumlusu olan bu sözde dostumuzdan hesap sormayı aklımıza bile getiremiyoruz. Oysa onlar bize, her şe
yin hesabını sorabiliyorlar. PKK’nında en büyük destekçisi onlar değil miydi ? Mahmur’da kampa sığınmak zorunda kalan, onca ailenin maddî ve manevî zararının, tek sorumlusu biz miyiz ? Görün bakın, nasıl da ödeyeceğiz tazminatlarını. Kıbrıs’lı Rumlara ve sonra da Ermenilere tonlarca tazminat ödetecekler bize.Kuzu kuzu ödeyeceğiz, göreceksi
niz. Biz ödemezsek, çocuklarımıza, torunlarımıza ödetecekler.Oysa, onların, Afganistan halkına, Irak halkına verdikleri zararın hesabı sorulabilecek mi ? İsrail’in, Filistin halkına yaptıklarının hesabı sorulabilecek mi ?
Herşeyin sebebi, güçlü bir devlet olamamak. Güçlü devlet için de, önce milletin güçlü olması gerekiyor. Onlar da bunu engelleyip, bizi birbirimize düşürüyor ve güçlenmemize engel oluyorlar zaten.
Gelişmiş demokratik ülkelerde, ordunun sivil yönetime müdahale etmesi, hiç de kolay değildir. Gerekli de değildir zaten. Öyle ülkelerin, halkları da güçlü ve bilinçlidir. Ordunun yapacağı müdahaleyi, sivil halk, çok daha kolay yapar. Dış dünyadan da daha çok destek bulur. Oysa askerî müdahaleler, dış dünyadan daima tepki alır ve kolay kolay destek görmez.
Türkiye gibi, halkının gelişmemiş ve güçsüz olduğu ülkelerde, bazen, askerî müdahaleler, maalesef, kaçınılmaz oluyor.Halk güçsüz ve bilinçsiz ise, art niyetli iktidar sahiplerine ya da başkalarına , kolay kanıyorsa, bunun sonucu olarak, demokratik rejim tehlikeye giriyorsa, ara müdahaleler , uyarılar da yetersiz kalıyorsa, direkt müdahaleler, kaçınılmaz ola biliyor.
Bir de dış ülkelerin, uygulamaya koydukları senaryo gereği de müdahaleler olabilir. Özellikle, 12 Eylül 1980 müdahalesinin, ABD’nin bir senaryosu olduğu ihtimali oldukça kuvvetlidir.
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz : Cumhuriyet fazilettir. Demokrasi nimettir. Askerin siyasete karışması, sivil yönetime müdahale etmesi, asla tasvip edilemez. Bu tür müdahaleler, sonuçta mutlaka zararlı olmuş, ülkeyi yıllarca geri götürmüştür.
Fakat, şu da acı bir gerçektir ki ; Türk halkında demokrasi bilinci, maalesef tam yerleşmemiştir. Özellikle, içinde bulunduğumuz dönemde, kafalar iyice karıştırıl
mıştır. Kurtuluş savaşımıza bile ’ Sözde Kurtuluş Savaşı ’ diyebilme gafletine düşebilen bir zihniyetin temsilcileri, devlet yönetimini ellerinde tutmaktadırlar. Türk halkı, kolay kandırılabilen, hatta ne yazık ki, kolay satın alınabilen,uyutulabilen bir halk durumuna düşürülmüştür.
Ordu, bu ülkede rejimin teminatıdır ve öyle olmak zorundadır. Kim ne derse desin
demokrasinin uçurumun dibine geldiğini görenler, istemeyerek de olsa, buna müdahale etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü, böyle bir görevlerinin ve sorumluluklarının olduğunun bilincindedirler. Aksi halde zaten, görevlerine ve ülkelerine ihanet etmiş sayılırlar.
Uyanalım artık. Demokrasi nimetinden, Cumhuriyetten taviz vermöeyelim. Özellikle, bizleri, en değerli maneviyatımız, dinimizle uyutmaya çalışanlara, kanmayalım. Önce dövüp, sonra seven sahtekârları, kahraman ilân etmeyelim. Bilinçli ve güçlü bir halk olarak, önce birliğimizi bozmayalım ve sonra da tüm haksızlıklara, sömürülere ve rejimdeki tehlikeye karşı, birlikte isyan edelim. Türk Ordusu da, aslî görevi olan, vatan savunmasına ağırlık versin. Daha da güçlensin. Özellikle ABD’ye olan bağımlılığını azaltma gayreti gösterebilsin.
Askerî müdahalelerin olmaması, en çok halkın elinde. Sahtekârların oyununa gelip, ordumuza düşman olmayalım. Özellikle bu günkü komutanlar, asla darbe heveslisi falan değiller. Bunu suistimal edip, ülkemizi, asırlar öncesine götürmek isteyen,karanlık zihniyetin oyununagelmeyelim. Kendinden olmayan herkesi düşman bilip, darbeci diye nitelendiren,
destek görmediği ordu ve yargı mensuplarını bile karalamaya çalışan bu zihniyet, bu ülke için, gelmiş geçmiş en tehlikeli zihniyetlerden biridir.
Cumhuriyet fazilettir. Demokrasi nimettir. Onları elimizden almak isteyenlere, dur diyecek ilk güç , halk olmalıdır. Yoksa, bizi geçtiklerinde, karşılarında Türk Ordusu’nu göreceklerini akıllarından çıkarmasınlar. Dilerim, buna gerek kalmasın....
Fikret TEZAL