3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
927
Okunma

Her yılın 10 Kasımı saat 9’u 5 geçe durur kalbim.
Bir acı siren duyarım. O acı siren, son bir kaç yıldır bir tehlikeyi haber verir gibi... Şehrin valisi ve belediye başkanı, sadece orda olmak zorunda olduğu için o anıtın önündedir. Tüm hareketler planlı, protokole uygun ama samimiyetten yoksundur. Anadolunun bir çok kentinde tablo böyledir artık!
Binbir emekle kurulan cumhuriyet; onlara emanet edilen gençlik derin uykuda ve o cumhuriyetin savcıları gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunanlara karşı mahmurken derinden derine bir sarsıntı içindedir.
Bu sarsıntıyı hissedenler, haklarında herhangi bir suçlama yokken gece baskınlarıyla cezaevlerine konuldular. Aylar sonra birisi çıkıp onların bir terör örgütü mensubu olduğunu söyledi ve yargılanmaya başlandılar. Sadece savcı iddianamesinde ve mahkeme tutanaklarında adı geçen; herhangi bir resmi kurum tarafından onaylanmamış ve örgüt tarafından ismi telafuz dahi edilmemiş bir terör örgütü...
Öte yandan tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgütün kampından geldiğini göğsünü gere gere haykıran bir kaç adam için sınırda özel bir mahkeme kuruldu ve herhangi bir teör eylemine katıldıklarına dair kanıt olmadığı gerekçesiyle jet hızıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar!
Ergenekon vardır ya da yoktur, bu konu bu yazının yazılış maksadının çok uzağında... Var olduğunu varsayıp, iki örgüt üyeleri arasında bağımsız olduğunu varsaydığımız mahkemelerin yaklaşımının çok farklı olduğunu fark ediyor musunuz?
Gerçekten fark edemiyorsanız, 9/5’lik bir şarkının ritmi ile kıvırmaya başladığınızdandır. Atalarımızın ’İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur’ sözüne kulak asmayıp ’değiştim’ diyenlere inanmanızdandır.
Ya da bütün bir geleceği üç parça kömür karşılığı sattığınızdan ya da bu satışa göz yumduğunuzdandır!
’Atam uyan’ demeyeceğim. Uyanması gereken O değil, topyekün uyuyan bir halktır!
Ufuk Bayraktar
10 Kasım 2009; Bitlis