4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1022
Okunma

Israrcı bir ayaz kavurdu yüzlerini... çocukların,
Buzdan ayakları,
Dağdan yürekleri vardı!
Bir sefere hazırlanıyordu birkaçı...
Torbalarında kardan toplar,
Güneşi getireceklerdi...
Kaç vakittir yeşermeyen buğday tarlasına!
İlki biraz utangaçtı,
Yırtılan pantolonundan görünüyordu dizleri.
İkincisi öfkeliydi,
Bu gece çok rahatsız etmişti O’nu köprü annesi.
Ve üçüncüsü...
Dördüncü...
Kırgın,
Hırslı,
Kıvrak,
Tutsak,
Ağlak...
Dik...
Mağrur... hepsi oradaydı.
Şunun şurası kaç adım yoldu,
Güneş dediğin?.
Soba üzeri kestane keyfi yapan, bir kışı daha bekler şehvetle... Benim penceremdem görünmediyse, sokaktakinden bana ne?!.
Evet,
Sanırım kimden bahsettiğimi anla(ma)dınız?
Onların annesi sizinkine benzemez... mesela ayşe,emine...banu diye isimleride yoktur annelerinin!
Ahmet’in annesi köprüdür,
Mustafa’nın ki atm... Ali’nin ki yıkık bir virane.
Hayata kanatları koparılarak salıverilen, Sorumsuzluğumuz...Ayıbımız...Çocuklarımız,
Adını tinerci diye koyduklarımız, İnsanlığımızın, ateşe düşmüş bir buz kütlesi gibi eriyişinin acı resmi.
Önümüz kış,
Ve bir çok insan bu kış için hazırlığını tamamlamıştır eminim.
Üşümemek adına,Aç kalmamak adına...
Ununuzu,şekerinizi,kömürünüzü,makarnanızı alın...
Aman ha sakın pencereden dışarıya bakmayın, belli mi olur belki bir çocuğu soğukta donarken görürsünüz, belki bir başkasını, pazardan çürümüş patlıcanları toplarken görürsünüz...
Aman ha sakın , sakın bakmayın dışarıya, sizene... kimene?
Siz kestanenizi kızartın sobada.
AFİYET OLSUN.
KADİR ÜNAL