1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1122
Okunma
Hayata katlanmak için ne yapmalıyız ? Doğrusu cevaplanması pek kolay olmayan bir soru bu. Yine de herkesin bu soruya vereceği yüzeysel veya ayrıntılı bir yanıtı vardır herhalde. Benim cevabım ise , Katherine Mansfield’ın “İdeal Bir Aile” adlı öyküsünde yer alan iki cümlesinde gizlidir : “Her insanın bir hobisi olmalıdır. Yoksa hayata katlanılmaz.”
21. yüzyılın ilk dört yılını geride bırakmak üzereyiz. Bilim ve teknolojide yaşanan gelişmeler gerçekten heyecan verici bir nitelik taşıyor. Ancak buna karşın , git gide artan sosyal , ekonomik ve kültürel bunalımlar , modern olmayla , post-modern olma arasında kararsızlık yaşayan , belki de geçmişe büyük özlem duyan insanı yıkıyor , ayakları altında eziyor ve paramparça ediyor. Özellikle 3.dünya ülkeleri ya da gelişmekte olan ülkeler için yaşam koşulları gittikçe ağırlaşıyor. Açıkçası , gelişmiş olan ülkelerin insanlarının da çok mutlu olduğu söylenemez. Ekonomik yönden çok fazla sorun yaşamasalar da , acımasız bir pragmatizmin pençesinde sosyal ve kültürel açıdan devasa sorunlar yaşıyor gelişmiş ülkelerin insanları. Peki , bu acı ve sıkıntı dolu hayata nasıl katlanacağız ? Hayata katlanma konusunda yapılabilecek olan şeylerle ilgili olarak benim görüşüm , Katherine Mansfield’ın görüşü ile çok büyük benzerlikler gösteriyor. Ayrıldığımız nokta ise şudur : Ben hayata katlanmayı sadece hobilere bağlamıyorum. İyi bir dost , görkemli bir aşk da ; ilgilendiğimiz hobiyle birlikte , hayata katlanmamızı sağlayabilir. Tabii ki , olayın şu yönü de var : İyi bir dost ve/veya görkemli bir aşk bulmanın neredeyse imkansız olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir durumda hobiler tek kurtuluş yolu olabilir. Şöyle bir örnek vermek istiyorum benim en çok sevdiğim düşkülerimden (hobilerimden) – genelde çoğu insan İngilizce’den dilimize girmiş olan “hobi (İngilizce olan aslı “hobby” şeklindedir)” sözcüğünü kullansa da , bu sözcüğün Türkçe’deki karşılığı olan “düşkü” sözcüğünü de kullanmamızda büyük fayda gördüğümü belirtmeliyim- biri olan sinemadan : Yönetmenliğini Joel Coen’in yaptığı , senaryosunu ise , Joel ve Ethan Coen’in yazdığı ve sinema eleştirmenlerince “2002 Yılının En İyi Filmi “ seçilen “ Orada Olmayan Adam ( The Man Who Wasn’t There) “ filminin “orada olmayan adamı” Ed Crane ( Billy Bob Thornton’un canlandırdığı karakter ) , yani evrende yerini kaybettiğinin henüz farkında olmayan , karısının kendisini aldattığı adama şantaj yaparak elde ettiği 10000$ parayı deneyimli bir girişimci , bir iş adamı olduğunu söyleyen ve o dönemde (2.dünya savaşı yılları) geleceğin en çok para kazandıracak işi olarak bakılan “kuru temizleme” işinde kendisiyle ortak olmasını isteyen ( kendi uzmanlığı ile Ed’in finansörlüğünü birleştireceğini söyleyen ) Craighton Tolliver’a kaptıran ; karısını aldatan kişiyi ( Big Dave (Büyük Dave) ) öldüren , bu kişinin gittiğini ve karısı Doris’in ( Frances Mcdormand’ın canlandırdığı karakter ) de gitmek üzere olduğunu – karısı Doris, Büyük Dave’i öldürmekle suçlanmaktadır – düşünen adam olan Ed’in bu belirsizlikler ve sıkıntılarla dolu olan bunalımlı dönemde , kendi oturduğu bölgede müşterisi olan (saçını kestiği – Ed , kayınbiraderi ile bir dükkanda berber olarak çalışmaktadır – adamlardan biri ) ve kızı Richel Abondas ( 2004 OSCAR ÖDÜL TÖRENİ’NİN en şık bayanlarından biri olan Scarlett Johansson’un canlandırdığı karakter ) ile birlikte yaşayan Walter Abondas’ın evine daha sık gittiği günlerde şunları söyler : “ Abondaslara çok daha sık gider oldum. Bu her akşam yaptığımız rutin bir şeydi ( Richel (ona “Birdy” diyorlar ) , piyano çalmakta , Walter ve Ed ise , onu dinlemektedir. Yaptıkları rutin şey , budur. ) . Ben , Walter araştırma için uzakta olduğunda bile gittim. O bir genealojistti. Ve kendi ailesini 7 , karısınınkini ise , 8 kuşak geriye kadar araştırmıştı. Garip bir hobiye benziyordu. Ama belki bütün hobiler böyledir. Belki Walter orada bir şey buldu. Eski taşra mahkeme salonlarında , hastanelerin dosya odalarında,kent arşivlerinde , tapu dairelerinde… Belki de benim Birdy’yi dinlerken bulduğum şeyi buldu. Bir tür kaçış , bir tür huzur… “ Gerçekten bu doğru olabilir mi ? Yani düşküler , bir tür kaçış , bir tür huzur bulma aracı olabilir mi ? Filmin baş karakteri olan Ed Crane’in , filmdeki dahi avukat Freddy Riddenschenieder’a göre , “modern bir adam” , modern insanın yansıması olan , evrendeki yerini kaybetmiş bir kişi ( günümüz insanı ) olduğu düşünülürse ; düşkülerin bir tür kaçışı ifade ettiği , bir tür huzur bulma aracı olduğu gerçekten de doğru olabilir. Ne dersiniz ? Ben bunun çok dikkat çekici , çok ilginç bir buluş olduğunu düşünüyorum…
Hayata katlanmak için öncelikle kendimize iyi bir dost bulabiliriz. Eğer bulamıyorsak , görkemli bir aşk , yaşama katlanma gücünü bize verebilir. “ Onu bulmam imkansız ! “ diyorsanız , garip bir düşküyle kendinizi meşgul etmelisiniz. Aksi takdirde , hayat , çekilmez bir kimliğe bürünebilir. Hepimizin aradığı şey , aslında “bir parça huzur “ değil midir ? Modern dünyanın karmaşası ve bunalımı içinde bir parça huzur… Bu karmaşa ve bunalımdan bir tür kaçış…