31
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1783
Okunma


Meltem öğretmen çok mutluydu. Okuma yazma bilmeyenlere aydınlık bir pencere açacak ve özellikle de kadınlara okuma yazma öğretecekti. Köye ilk geldiği gün, muhtar ile konuşmuş ve kadınların okulda toplanmalarını istemişti. Bütün kadınlar gelmişti toplantıya. Meltem öğretmen, kadınlara okuma yazma bilmenin kendilerinde yaratacağı ayrıcalığı tüm çıplaklığı ile anlatmış ve hepsinin bu kursa katılmalarını rica etmişti. Bir gün sonra okula hiçbir kadının gelmediğini gördüğünde merakla sormuştu muhtara” neden gelemdiler” diye.
Muhtar;
“ Tarlada çalışıyorlar öğretmen hanım. Burada kimse zaman kaybedemez okuma yazmayla, kadın okuma yazma bilse ne olur, bilmese ne olur. Onların tek işi var çocuk doğurup, tarlada çalışmak, başkası gelmez bize ”
Bir muhtarın böyle düşünmesi şaşkına uğratmıştı Meltem öğretmeni. O devletin görevlisiydi. Seçimle iş başına gelmiş de olsa, devletin dediklerini yapmalıydı ama şimdi abuk sabuk bir şeyler söylüyordu.
“Nasıl böyle düşünürsünüz muhtar. Size devlet ne derse yapmak zorundasınız”
“Bizde yapıyoruz zaten öğretmen hanım, Sen çağır dedin ben çağırdım. Gelmezlerse zorla mı getirecen”
Diye cevap almıştı muhtardan
Köyün ağası da;
“Burada ben ne dersem o olur öğretmen hanım. Ben, bu karılar okuma yazma öğrenmeyecekler dediysem öğrenmeyeceklerdir. Sen buraya gelip de bu karıların gözünü açıp bize karşı ayaklanmalarını mı sagliyacan. Kim oluyon bakim sen. Öğretmenmiş, ben ne öğretmenler gördüm burada. Hepsi de kıçına baka baka kaçtılar köyden. Sen biliyon mu benim Ankara da tanıdıklarım olduğunu. Bir mektubum yeter senin buradan alınman için. Şimdi git buradan ve bir daha da gelme”
Muhtarın nasıl seçildiğini o zaman anlamıştı Meltem öğretmen. Fakat o hiç yılmadan ev ev dolaşmış, hem kadınları, hem erkekleri ikna etmeye çabalamıştı. Birkaç gün köyde kalmasına rağmen hiç kimseyi ikna edememişti, ta ki köyden ayrılmaya karar verip, dolaşmaktan yorulup, çeşmenin başında dinlenmek için durup, bir yudum su içmek isteyene kadar.
Pınarın başında yine son umut kadınlarla konuşmaya başlamış ama kimseyi ikna edememişti. Hepsi de ağadan ve kocalarından nasıl korktuğunu anlatmıştı Meltem öğretmene.
“Sen ne diyon Meltem öğretmen, sen bizi boşatıp, ağaya karı mı yapacan”
Demişlerdi ve Meltem çok şaşırmıştı. 20. yy da üstelik Cumhuriyet kurulalı 75 yıl olmuş ama millet olarak hala bir adım ileri gidememişti. Ağalık, yalnız doğuda değil, ülkenin tüm coğrafi yerlerinde hüküm sürüyordu. Ve bu ağalık sitemini hiç kimse yıkamıyordu. Ve işte Fatma bacıyı, bu pınar başında, o gün tanımıştı Meltem öğretmen
Fatma bacı, Meltem öğretmenin görev yaptığı köyde eli maşalı bir kadın olarak bilinirdi. Sabahtan akşama kadar çapa yaptığı tarlasından, kazması ve küreği sırtında, güneşin kap kara yaptığı yüzü ve çalışmaktan nasır tutmuş elleri, güneş gibi parlayan masmavi gözleri, başında kenarları oyalanmış yemenisi, sırtında her tarafı yamalanmış ama tertemiz olduğu için yamalarının aksesuar gibi göründüğü gökkuşağı renklerinde ki hırkası, bacağında kara denizin kadınlarına özgü şalvarı ile dimdik, hiç bükülmeden, emeğinin karşılığını almış bir kadın edası ile pınarın başında belirdiğinde, bütün kadınlar dönüp dönüp bakmışlardı Fatma bacıya. Meltem öğretmen de merakla dönmüştü Fatma bacının geldiği yöne. İlk gördüğünde Meltem öğretmen “ Aman Tanrım ne kadar güzel bir kadın bu, tam bir Anadolu kadını” demişti bir anda. Daha önce gitmişti Fatma bacının evine ama evde bulamamıştı onu. Bir tek onunla konuşamamıştı ya zaten.
Kadınların bakışlarından, Fatma bacıya kıskanarak baktıklarını görmüştü. Ne de olsa Fatma bacı, köyün en yakışıklı ve en güçlü erkeği ile evlenmişti. Kıskançlıkları bu yüzdendi.
Fatma bacı, kadınların yanına vardığında;
“ Ee söyleyin bakalım şimdi, burada fingir fingir kimin dedikodusunu yapıyorsunuz”
“Ne dedikodusu Fatma bacı, şaşırdın herhalde. Su dolduramaya geldik pınara”
“Belli belli. Konuşup konuşup fingirdeşiyorsunuz. Ben bilmez miyim sizleri. İşiniz gücünüz su doldurma bahanesiyle, pınar başında buluşup, onun bunun dedikodusunu yapmak”
“AA Fatma bacı, sende bizi dedikodudan başka bir iş yapmayan karılar sanıysin”
“EE öyle değil mi. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Bende şimdi doğruyu söyledim ya kovulurum yanınızdan. Neyse, siz dedikodunuza devam edin, ben gidim. Daha eve gidip yemek yapcam Osman’ıma. Onun o kasları azcık yemekle doymi”
“Anlıyoz Fatma bacı. Öyle güçlü bir adamı doyurmak zordur”
“Sizi kancıklar. Hala güzünüz Osman’ımda değil mi. Kocalarınız duymasın, hele ağanız hiç duymasın. Kocalarınız boşar, ağa da sizi teker teker karı yapar gendine”
“Yapar mı yapar Fatma bacı. Kaç tane karı aldı hala gözü onun bunun karısında. Bizim adamlar da hep ona borçlu olduğundan söz edemiyler yanında”
“Borçlu diye karılarını ağalarına sunacak degiller herhal”
“Biz korkarız Fatma bacı. Bu pis adam ölmeden bize rahatlık yok bu köyde. Çekip gitsek şehre, gene bulup götürür buralara. Adamın arkası güçlü. Ankara’ya bir mektup yazı, her şey ayagına geli”
“Siz öyle sanisiz salaklar. O kadar güçlü olsa. Ankara’da adamları olsa, bu çorak tarlalarda eğleşir mi hiç. O kan emici size borç veri, borçlandıri, sonra da elinizde avucunuzda ne varsa ali, o yetmi, karılarıda haremine ali. Akıllı olun karılar, kocalarınız nerdiyse p….k olacaklar, Fatma bacı dedi dersiz.”
“Öyle deme Fatma bacı. Korkutuyon bizi”
“Korkun zaten. Ben boşa konuşmam”
Kadınlar pınar başında bunları konuşurken bir sesle irkilmişlerdi.
“Sizi dedikoducu karılar sizi. İşiniz yok anlaşılan. Burada toplaşmış ne konişisiz. Sizleri kocalarınıza söylim de bir güzel dövsün, o zaman anlarsiz dedikodu yapmak ne dimekmiş”
Ağanın sesiydi bu ve kadınlar bir an çil yavrusu gibi dağılmaya başlamışlardı.
Devam Edecek