18
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
6299
Okunma

"Yeterli insan sükut eder, yetersiz olan ispata çalışır"demişler.
Nede güzel söylemişler öğle değilmi.? Yeterli insan kalmadığından olsa gerek ki, herkes hep bir şeyler söyleyip,hepimiz bir şekilde, kendi haklılığımızı ispata çalışıyoruz amansızca. Bunun akabindeyse, yönetici sıfat adı altındaki liderler, sözü geçmez birer piyon halini alıp, özünden soyutlanmış bir tablo çiziyor günümüz dünyasında. Sağcı solcu-alevi sünni-laz çerkez-Türk-kürt vs vs. Dön dolaş geldiğin nokta yine, aynı viraj. Bu gün bu konuyu biraz daha farklı ele alamya çalışacağım inşaAllah.
Bindörtyüz yıllık bir vahiy saltanatı var önümüzde. Tarih demek, Allah"ın yasalarını yazmak demektir. Buna, herkes kendi açısından, farklı anlamlarda yükleyebilir tabiiki aynı zamanda.
Birisi için tarih Aşktır. Bir başkası için savaştır. Bir diğer başkası için kandır. Ama en büyük tarih ve gerçek, haklı davasını sadakatle savunup,var olduğu bu güne taşıyanlarındır elbet.
Geçmiş yakın tarihimizde 3 kıtada 623 yıl boyunca dünyaya hükmetmiş bir hanedanlığın evlatları olan bu millet, tıpkı bir tuz gibi öğünüp, bir avuç öfkenin içinde eriyip, tükenecek kadar nasılda bölünüp parçalanmış böyle.
Oysa kıtalara hükmeden bir tuz dağı değilmiydi bizim o şanlı tarihimiz...Sevgi dolu,berrak,rengarenk sert ve düşmana karşı öylede yakıcı. Tıpkı gökleri ve yerleri aydınlatan bir güneş gibi.
"Güneş ülkeleri aydınlatır,sözler milletleri". diyor Cemil meriç.
Milleti aydınlatacak tek bir sözümüz dahi kalmadımı bizim yer yüzünde bu kine karşı. Yada, sözcükler çokta,onu idrak edebilecek neferlerin hitab yoksulluğunumu çekiyoruz bu gün ne dersiniz. Evet bence bu . Sorun çok fakat,çözüm için insan yok. Bunun için çalışan bir kaç insan olsada,biraz yükselince en dibe indirmek için el birliği yapmışcasına hain bir kumpasa itilip,sinsi bir kaosa sürüklenir siyaset. Belkide samimiyetten aşırı derecede yoksun olmamız yüzündendir bunun asıl sebebi.
Derki bilge Yunus; Söz ol kese savaşı,söz ola kestire başı,söz ola ağulu aşı,yağ ile bal ede bir söz.
Olaylara yaklaşımımız öylesine "ben" esaretine bağlanmışki,bu egolarımız yüzünden hiç bir olaya objektif bakamıyoruz bir türlü. Ve bundan dolayıda, içimizde sürekli kan kaybediyoruz toplum ve millet olarak. Yaralarımız var derin ve hep açık. Kabuk tutmadan kanatıyoruz onları. Yeniden ve yeniden. Ölen bir asker de olsa bizim ve bunun adı acı,ölen minicik günahsız bir çocukta olsa bizim, ve bunun adı yine gözyaşı ve acı.
Şayet işlenmiş olan bir suç varsa ortada, buna karşılık onlar-belki yüzlercede suçlu vardır aynı zamanda. Ancak; insanın bunu bir sebep olarak gösterip, yaşadığı vatanını hedef alabilmesi, önce insanın kendine karşı yapmış olduğu bir ihanet,sonrada dinine ve milletine karşı uyguladığı despot bir saygısızlıktır. Buna başka bir ad koymanında imkanı yoktur.
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır." Diyordu Kurtuluş Savaşında şair Mithat Cemal Kuntay. Toplanıp kurtulmak için savaşmak lazım,bölünüp dağılmak için değil.
Asrı saadete uzanıyorum bu gün. Mekke tarihinde buluyorum kendimi birden. Bu gün çocuklar ölüyor diyen dillerimiz, birazcıkta olsun sukuna ersin diye belkide. Yetim bir çocuğun gözlerinden düşüyorum çöl yurduna. Yalnız,savunmasız ve ayakları çıplak bir çocuk o topraklarda. Vakar var duruşunda. Derin ve korkusuz. Erdem abidesi ve inandığı dava dışında hiç bir gaye taşımıyor çocukluğunda bile.
Onda liderlik, onda sultanlık, onda baş kumandanlık,onda her şeyden önce insanlık vasıfları var. İşte bu eşsiz şahsiyet, nice zorluklarla büyüyüp, İslam dininin hatibi oluyor bir zaman sonra.
"Her kişi bir çobandır ve herkes kendi sürüsünden mesuldur. Müslümanlar bir bedenin azaları gibidirler, nasıl ki o azalardan birine zarar gelse , diğeri de etkilenir." diye buyuruyor güzeller güzeli Peygamberimiz. Şu an bulunduğu yurdunda, bu ümmet için neler düşünüyor diye aklımzdan geçirdikmi hiç bir an da olsa?
Onun "Ümmetî! Ümmetî!" diye seslenişini iştmek için çaba sarfettikmi azda olsa? Eğer insan bir müslümansa, inanmalı buna. Değilse, saygı duyup huzur bozmamalı bu ülke topraklarında.
Sevgili peygamberimiz (sav) çok sevdiği ana yurdu olan Mekke’den zorunlu olarak çıkarıldıkları vakit, ağlayark gözyaşlarına boğulmuş ve "gitmek zorundayım ey yurdum,beni zorunlu olarak koparıyorlar senden, terketmeliyim seni" diye nasılda hicrana düşmüştü bunu bilmiyormuyuz bizler. Vatan sevgisi! Millet sevgisi! Asker sevgisi! Hissetmek ve yaşamak bunu.
Görmek gerek. Hz.Muhammed Mustafa (sav) mükemmel bir örnekti.
"Konstantiniye elbet bir gün fethedilecektir. O’nu fetheden komutan ne güzel bir komutandır, o’nu fetheden asker ne güzel bir askerdir." Emrini asırlar ötesinden bu millet için müjdeleyen ve yine, ashabı olan "Ebu Eyyub el ensar" hazretelerinin,sırf bu emri tasdiklemek için, seksen yaşında olmasına rağmen, düşüp yollara bu yurda gelmesi rastlantı olabilirmi sizce.? Türkiye’li olmak.! Osmanlı ve İslam dininin bir ferdi olma yüceliğini kazanmak. Ne büyük bir şereftir ya Rab.!
Asrı saadet dönemi. Ebuzer’ gıfar (ra) hz. Bilal ile yaşadığı ibretlik bir Irk münakaşası..
Gıfar beldesi çapulculuğu ile meşhur,kan kokan bir kabileydi. Ebuzer"i Gıfar’da bu kabilenin haşin bir ferdi idi. Şehirler arası yollarda kervan yolu kesip, eşkıyalık yapıyordu o zamanlar.Taki İslam ile şerefleninceye kadar. Bu kutlu sahabe öylesine yükselip yücelmiştiki, Peygamber (sav) onun için şöyle buyuruyordu.
"Sinesi dolup taşacak kadar ilim öğrenen kişi. Ne mavi gökyüzü ne de kara toprak Ebuzer’den daha doğru sözlü birini görmemiştir". "Ebuzer’in hayâsı ve zühtü Meryem oğlu İsa gibidir". "Ebuzer gökyüzünde yeryüzünde olduğundan daha meşhurdur!"
"Ebuzer bu yeryüzünde ve toplumda yalnız yol alır, yalnız ölür ve Kıyamet günü kabirler açılıp içindekiler grup grup haşrolunurken Ebuzer yalnız sahneye çıkar!"
Bir gün hz. Bilal (ra) ile bir konu üzerinde anlaşmazlığa düşerler bu iki yiğit sahabe. Bir anlık öfke ile sesini yükseltir Ebuzer ve dönüp Bilal’e"siayah kadının oğlu "diye sert bir ifade ile çıkışır. Ağzından söz çıktığı gibi, Bilal’in bakışları Ebuzer’in yüreğini tıpkı bir alev topu gibi delipte geçer öylece. Can dostuna cevap dahi vermeden, oradan ayrılıp Rasulullah (sav) huzuruna çıkar hz. Bilal. Peygamber dönüp ona "Neyin var ya Bilal?" diye sorduğunda Hz Bilal derki; Ebuzer bana "Siyah kadının oğlu" dedi ya Resullallah. Üzülür Nebi ve hiç bir şey söylemez bu durum karşısında.
Biraz sonra Bilal gitmiş Ebuzer gelmiştir huzura. Onu görünce her daim tebessümle kucaklayan Nebi, Ebuzer’e başını kaldırıp bakmaz bile o an. Anlamıştır Ebuzer. "Ben"! der. Ben bir anlık öfke ile Bilal’e öyle söyledim ey Allah Rasulü. Üzgünüm.! "Rabbim beni bağışlayıp affetsin" diye ağlamaya başlar. Hiddetlidir Nebi (sav) döner ve Ebuzer’e derki;
"Sen cehaletten kurtulamamışsın ey Ebuzer.Onun kırıntılarınımı taşıyorsun hala yüreğinde . Azad et kendini kurtul Ebuzer.! Ve başını kaldır da yukarıya bak. Şunu da unutma ki iyi işlerde kızıl veya kara derili insanlardan üstün olamazsın sen."
Büyük bir utanç duymuş ve hızla mescidi terkedip ıssız bir yere çekilmişti Ebuzer. Gecenin ilerleyen saatleriydi.Ebuzer tıpkı bir deli gibi dolaşıp durdu öylece.
Bilal’di derdi! Bilalin yüreği diye diye onun kapısında bulmuştu bir anda kendini.
Hz. Bilal sabah ezanı için uyanmış ve mescide gitmek için kapıya yönelmişti. Adımını atar atmaz, ayağının altında yumuşak bir şeye bastı birden. Bir an tereddütle geri çekildi.
Sonra baktı ki, eşiğine başını koymuş olan Gıfarlı Ebuzer’di.
Hemen eğildi ve dostunun elinden tutup"senmisin ya Ebuzer? dedi. "Bu saatte ne işin var burada? Ne arıyorsun sen?" diye soruyordu.
Ebuzer şöyle diyordu ona; "Vallahi sen benim yüzümü ayağınla çiğnemediğin sürece, ben başımı asla kaldırmayacağım ya Bilal! Ayağınla çiğne benim yüzümü." Yoksa korkarım ki cennetin kapıları bana ebediyyen açılmaz olur."
Gülümsüyordu dost Bilal. Duygulanıp kucakladı sonra dostunu. Kalk Ebuzer,kalk artık! "Sen benim dünya ve ahiret kardeşimsin. Ben sana dargın kalabilirmiyim hiç" diyerek bağışlıyordu dost Ebuzer’ini.
Peygamber ahlakı ile şekillenmek.! Asrı asadette var olmak.! Yada, o tarihi bu güne taşıyıp "halen" yaşamasakta "kavlen" yaşatmak...!
Peygamber ordusuna mensup bütün üst bürokratlar,adil yönetim şeklinden asla taviz vermedikleri için, şehadet şerbeti içip,sonrada ayrıldılar bu dünyadan. Tümüne yakınının ölüm nedeni,muhalif güçlerin devlet iradesine sahiplenme arzuları yüzündendi. İşte o kör zihniyet ve yobaz cehalet, bu gün bile hala, kıtalar dolaşıp, kan kokan bir öfkenin imbiği olarak hüküm sürmekte yazık ki.
Terörün yuvası olmuş olan şu komşu belde Irak. Gaibi Allah bilir ancak,biraz düşününce sanki, ebediyyen sukuna ermeyecekmiş diye hatırıma geliyor zaman zaman üzülerek. Nedenmi?
Kerbelada hz.Hüseyin (ra) canına katledip, koskoca fırat nehrinden bir yudum su içirmediler Peygamber’in nazlı yavrusu hz.Hüseyine.
Kerbela ateşi; asırlardır yandı ve yanack belki asırlar boyu. Yıllar varki Irak, zalim bir zulüm altında,hain esaret süreci içinde çırpınıyor. Allah kulunu yanına almış olsada,ahını bırakmaz asla yezid soyuna.
Onlar bu davanın ilk temel taşları, liderleri ve şehitleri olmuşlardı.
Hz.Ömer.Hz.Osman.Hz.Ali.Hz Hüseyin ve diğerleri. Onlar gökteki yıldızlar gibiydi ve her bir ümmet kendine bir yıldız seçmeliydi. Ve o ışığı yol bilmeliydi.
"Tarihini bilmeyenlerin projesini,tarihsiz şahıslar çizer" diye düşünüyorum. İslam dünyası Türkiye öncülüğünde siyasi bir güç bekliyor bu gün. Dünya’ya yön verip adalet dağıtacak bir yön. Olmaz demeyelim. Tarih ve İslam şahittir ki, Allah (cc) muttaki kullarının ordularını kendi adaleti ile kurmuştur. Yeterki bizler, onun adını savunan liderlerin ardında duralım. Ve Akifin dediği gibi çalışalım.
Bir yerlerde ceylanlar ölürken, unutmayalım ki başka yerlerde ölen sümeyyeler de var. Her ferd ,kendi üzerine düşen görevi hakkı ile yapmalıdır. Zavallı bir sapkınlık yüzünden, insan ve bebekler ölmemeliler.
"Hain bir el, yeşil bir fidana keserle vurunca, ağaç, ne yapabilirim ki sapın benim elimde."demiş?
Rabbim; senin yolunda yürüyen adil hükümdarları ve askerlerini, yine senin adil hükmünle muzaffer eyle.Amin.
Yiğitler tanıdık Ömer,Osman,Ali’ler gibi. Yezitler tanıdık Kerbela’yı kana bulayan caniler gibi..
saygı ve selamlarımla... Mehtap Hümeyragül DAllı...