8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1625
Okunma
Eyvah oda ne!
Kar mı yağmış?
Formamı giyip evden çıktım. Hava nasılda soğuk. Ankara’nın zaten en çok soğuğu meşhur. Biraz kar yağar sonra bakmışsın her yer don. Üff okulları bari tatil yapsalardı. Ayaklarımda bir üşüdü ki.
Yolumun üzeri zaten arkadaşıma uğrasam mı?
Evet uğrayım hem biraz ısınmış olurum.
Kapıyı çaldığım zaman Dilek’te çıkmak üzereydi. Ayakkabısını giyiyordu.
Bakayım? Ne güzel bir ayakkabı öyle!
Dilek beni görünce sevindi; ne güzel beraber gideriz iyi ki geldin dedi.
Botunu eline alıp ters çevirdi ve içinde pislik var mı kontrol etmek için birkaç kez vurdu.
Aman Allah’ım ne güzel bir ses o öyle!
Dilek bota her vuruşta pat pat sesleri bana sanki bir müzik aletinden çıkan ezgi gibi geliyordu. Mest olmuştum.
Evden çıktık ve okul yoluna koyulduk. Dilek’in her attığı adımında botlarının altındaki karlar adeta konuşuyor, şarkı söylüyor gibiydi. Ben daha önce hiçbir ayakkabının böyle ses çıkardığına şahit olmamıştım.
Yere biraz daha sıkı basmaya başlamıştım, benim ayakkabımdan da ses çıkar mı diye. Ama yok çıkmıyordu işte. Hem yürüdükçe ayaklarımda hissetmemeye başlamıştı. Çok üşüyordum.
Bütün gün okulda ayaklarım bir an önce kurusa diye dua ettim, çünkü artık ayaklarımın acısına dayanamıyordum. Neyse ki son dersteyiz işte. Son dersimizde beden eğitimi, biraz ısınırım hareket ederken.
Herkes eşofmanlarını giyerken öğretmenimiz geldi ve beni halen formalı görünce müthiş sinirlendi. İlk önce gelir gelmez bir güzel Osmanlı tokatı patlattı ve yere otur ayaklarını da uzat, bir daha ders boyunca kalkma cezalısın dedi. Hiç sormadı ki senin eşofmanın var mı diye. Gerçi o da yeni gelmişti, bu ilk dersiydi nereden bilsin benim eşofmanımın olmadığını. Çaresiz yere ayaklarımı uzatıp oturdum.
Canım çok yanıyordu. İçim acıyordu. Uğuldayan kulaklarımda halen Dilek’in botlarından çıkan pat pat sesleri.
Canımın yanması öğretmenimden yediğim tokattan veya sabahtan ıslanan ve halen kurumayan ayaklarımdan değil; ayakkabımın altındaki kocaman kartonla kapatmaya çalıştığım deliğin arkadaşlarım tarafından fark edilmesindendi. Bana belli etmemeye çalışsalar, gözlerini kaçırsalar da ben anlıyordum ne düşündüklerini. Fısıltı halinde konuşmalarından. Sonra öğretmenimin de dikkatini çekmiş olacak ki tamam kalk cezan bitti dedi.
Ogün ilk defa isyan ettim elimde olmadan. Babama kızdım. Ama o ne yapsın. Benim ve kardeşlerim için elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyordu. Gecesi yok gündüzü yok çalışıyordu.
O gün ve daha sonraki günler hep Dileklerin evine uğradım, botundan çıkan pat pat sesleri duyabilmek için; o melodiyi dinleye bilmek için. O sesi duyunca ayakkabımın altındaki delikten giren kar suları hiç ayaklarımı üşütmüyordu.
Şimdi bir çok ayakkabım var; fakat aldığım ve giydiğim hiçbir botta yada ayakkabıda Dilek’in botundan çıkan nağmeleri duyamıyorum. Her kar yağdığında saatlerce ayaklarımı yere sert sert basıyorum fakat nafile.
Dilek’in kahverengi botları; benim yıllar yılı dinlediğim kimsenin duymadığı, dinleyemediği; o yanık ezgi...
Serap Baycan