6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1176
Okunma

Davulların son tokmakları yankılanıyor sokaklarda.Bir Ramazanı daha böylece uğurluyoruz ve buruk bir hüzün olsa da yüreklerimizde, yeni kavuşmaları düşünüp teselli buluyoruz.. Ama kendimce sormadan edemiyorum; mübarek ay da kederli mi bu ayrılıştan , yoksa insanlığın halini görünce bir kaçış mı bu veda onun için..?
Yaşlarımız fazla uzak geçmişe götürmese de bizi, en azından çocukluğumuzun ramazanları diyebilecek kadar eskiyiz nihayetinde. İftar zamanı topun atılışını pencere pervazlarında bekleyişlerimiz, büyüklerimize cevabını öncesinde en az dokuz kez alsak da tekrar “niye okunmadı, ne zaman okunacak?” diye ardın sıra sorularımız, unutarak ağzımıza koyduğumuz simiti orucumuz kaçacak endişesi içinde çıkarışlarımız ve devamında bozulmadığını en yakınımızdaki büyüğümüze bilmem kaçıncı kez teyit ettirişlerimiz…
Geçmişten hatırladığım anıların sadece birkaçı. Ramazan ayı o kadar kutsal bir kimliğe sahip ki, diğer ayların aksine sanki bu ay her şeyi hissediyor, biliyor, duyuyor ve anlıyor zannımca. Büyüklerimiz ise bu ayın hazırlığına günler öncesinden başlardı.
Tabii biz çocukları bilgilendirme de bu hazırlıklardan biriydi. Büyükanne, büyükbaba ya da ebeveynimiz bu görevi severek üstlenirdi. Oruç nedir, nasıl tutulur, niçin oruç tutarız, oruçlu insan nasıl davranır ya da insan oruç tutmasa da ramazan ayında nasıl davranmalıdır gibi konularda bilgiler en önde gelirdi.
Bir anlamda Ramazan ayı saygı ve sevgi ayı demekti, paylaşım ayı demekti; “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” hadis-i şerifinin anlamını daha iyi idrak edebilmekti. Kırık lokmasını paylaşabilmekti. İnsanlar birbirlerini daha çok sevmeli ve birbirine daha çok saygı göstermeliydiler bu ayda. Sabır ayıydı bu ay, kişi kendisi sabredemese de sabır imtihanında olanı saymalıydı. Üstelik bizi biz yapan değerlerdi bunlar, bizi diğer milletlerden farklı ve üstün kılan, ecdadımızı yüzyıllara hükmettiren kıymetlerdi her biri.
Şimdi kendimce sormadan edemiyorum; dünyada ne değişti de, bu kadar önemli hazinelerimizin elimizden yavaş yavaş kayıp gitmesine seyirci kaldık bizler? Dünya çok mu büyüdü, yoksa bu değerler çok mu küçüldü gözümüzde?
Bugün özellikle şehirlerde yaşayan bizler niçin dur demiyoruz bu gidişe? Lokantaların özellikle dükkan önüne masa attığı, insanların su şişesini kafasına kaldırıp içerken bir taraftan da yürümeye devam ettiği bir şehirde, hissiyatlı ve kutsal ay dediğimiz Ramazan-ı Şerif hiç mi incinmez? Ne oldu bizi biz yapan değerlerimize? Camlarına perde çeken esnafımıza, öncelikle insana duyduğu saygıdan suyunu kuytu köşede içme gayretindeki insanımıza ne oldu? Bizim çocuklarımızın suçu nedir ki, bu değerleri görerek değil sadece masal gibi dinleyerek büyüyecekler? Ve bir süre sonra o masal da efsane olacak.
Acep şehr-i İstanbul’un fatihi bu halimizi görse ne derdi? İstanbul’u tekrar fethe kalkışsa bizi ardına alır mıydı? Ve yine sormadan edemiyorum kendimce, bir gecesi bin aydan hayırlı Ramazan-ı Şerifimiz kederli mi bu ayrılıştan, yoksa bu veda, bizlerin halini görünce bir kaçış mı onun için…
Lütfen şimdi sorun kendinize, acaba hangisi ?