9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2814
Okunma
Merhaba Baba…
Bu adı “mektup” olan ama sana okuduğunda biyografi hissi verecek bir yazı. Çünkü sana beni anlatacağım, altı yaşındayken tanımayı bıraktığın kızını…O günlerden aklımda kalan bir fotoğraf var. Kırmızı bir murat a sahibiz, havalıyız kimselerde yokken araba bizde kırmızısı var. Ben üzerimde elbise görevi gören beyaz bir atlet, dağınık sarı ve kıvırcık saçlarım, güneşten kızarmış tenimle( bilmem bilir misin, ben bronzlaşamam kızarırım bugün bile) gelin arabalarının üzerine konulan oyuncak bebek misali oturuyorum muratımızda…Sense düşmemden korkarak tutmuşsun kollarımdan, annemi kızdırmak için “Senin yüzünden ağardı bunlar” dediğin simsiyah saçların ve burma burma bıyıklarınla bakıyorsun objektife. Ne kadar da yakınız, ne kadar da baba-kız ız…
Biliyor musun baba, küçükken en çok senin işten yorgun dönmen için dua ederdim. Çünkü sen yorgun olunca sırtını çiğnememi isterdin benden, oturma odamız sirk olurdu, senin sırtın bir denge tahtası, bense süslü kıyafetleriyle gösterisini yapan lastik kız…Çoğu zaman bilerek düşerdim kaygan gömleğini bahane ederek.Düşünce gıdıklamaya başlardın beni, burma burma bıyıklarını yanaklarıma sürerdin ben ya bende de çıkarsa korkumdan çığlık atarak kaçmaya çalışırdım, omuzlarına çıkıp intikamımı aldığımı düşünür sevinirdim…O zamanlar ne kadar da yakındık, ne kadar da baba-kız dık…
Ben dokuz yaşıma gelmiştim artık, kendimce bir genç kızdım hayatın bütün zorluklarına göğüs gerebilirdim.Ve hayat demek öyle al sana zorluk diyerek karşıma aşılması güç bir kaya çıkardı.Bir yeni yaz sabahında evden güneşi de yanıma alarak çıkmıştım. Okul dönüşünde beni almaya gelen dayım ablamın kaza geçirdiğini söylüyordu, aklınca beni kandırıyordu, hiç de komik değildi…Eve geldiğim de sen karşıladın beni, sarıldın, ağladın…Bugün doğum günüm değildi, bayram hiç değil…Neden sarıldın? Saçların beyazlamıştı, komşular bunun bir saatte olduğunu söylüyorlardı, bak annem yüzünden olmamış baba…Ablam ölmüştü, elime tutuşturdular onun parmağından çıkardıkları kanlı yüzükleri, toz içinde kalan çantasını, bakakaldım, üzerimde mavi önlüğüm kırmızı kanlı ellerim, hiç yakışmıyordu iki renk birbirine.Bu kadarı da fazlaydı hayat, sen ne sanıyordun beni? Gün içinde hep senin yanındaydım baba, bana sarılınca titriyor, iç geçiriyordun, son dalın ben miydim? Ne kadar da yakındık, ne kadar da baba-kız dık…
O haziran sabahından sonra eskisi gibi olmadı hiç bir şey…Kendi korkularının kölesi, kendi doğrularının emir eri yaptın beni. Önceleri evin balkonundan görülen mesafelerde oynadım, akşam ezanlarına öfke duydum, neden oyunun en tatlı yerinde okunurlardı sanki? Zamanla dışarı çıkarken kızar oldun bana, hep kızdım kendime, büyüdüğüme, değişen vücuduma, parkta söylediler ben artık kadın oluyormuşum, o şişkin şeyler şişman olduğumdan değil, kadın olduğumdan varmış, adı da göğüsmüş, ben meme olduğunu sanıyordum…Yaz sıcağında hırkalarla gezdim, sakladım kendimi ama yakalandım baba, ben altı yaşında değilim artık kolayca buluyorlar beni çöp kutularının arkasından “ebe sobe” sesleriyle çıkıyorum.
Ortaokulda yapılan gezilerden nefret ettim baba, “sen hiç gitmedin ki neden nefret ediyorsun? ” diye sorma sakın, yemin ediyorum konuşmam seninle. Hiç gitmediğim için, sen izin vermediğin için düşman oldum ya öğretmenime ve Sinan’ın çok bilmiş, sınıfında annesi olan annesine…Annem dedi ki korkuyormuşsun, ablama olan bana da olur diye, söz baba ölmeyeceğim söz, izin ver…
Liseye başlamıştım işte, her şey bambaşkaydı, burada hayat vardı…Servisle okula gidiyor, yemekhane de yemek yiyiyor, benden yaşça büyük insanlarla arkadaşlık ediyordum.Kızlar artık saçlarını boyuyor, sevgilileri oluyor, sarılıp, öpüşüyorlardı.Liseliydim çok büyüdüm ben baba, karışma bana…
Bitti baba, lisede bitti ve büyümek neymiş, nasıl olurmuş öğrendim.Sevgili olunmakla büyünmezmiş, saçlarını boyamakla da, insanın yüreği büyürmüş önce, beyni koşar adım gidermiş hayatın merkezine, elli altı yaşında ki babasını anlarmış on sekizindeki yeni yetme, hak verirmiş.Bir büyüğünden duyduğu söz gözlerini yaşartırmış “Böyle babanın evladı olmak her çocuğa nasip olmaz evladım, değerini bil emi”. Ölüm en çok korktuğu şey olurmuş ama kendi ölümü değil, anne babasının… Onlar sız ne kadar yalnız kalacağını düşünür ağlarmış geceleri, kimsenin umurunda olmadığını görürmüş onlardan başka, sarsılırmış ruhu, incinirmiş…Artık özel günleri beklemezmiş, sarılmak için, sırtını yorgun olmasa da babası, çiğnermiş, karşısına geçip anlatırmış kendini, düşüncelerini, planlarını hayata dair…Babası dinler miymiş, umursar mıymış, öfkelenir miymiş önemli olmazmış.Amaç zaman geçirmek, pişman olmamak, vakti ecel geldiğinde…Büyümek böyle bir şeymiş baba…
Korkma, büyüdüğümü görmekten emi? Oyuncak bebek misali araba üzerinde oturmuyorum ama ayaklarımın üzerinde duruyorum bak.Ellerimde ülkem için çakmak üzere çivilerim, omuzlarımda az önce altından kalktığım enkazın tozlarıyla karşındayım.Sen sevgini göstermezsin bilirim, koyu yeşil gözlerinin rengini fark etmek için gerekli olan dikkat, sevgini görmek için de gerekli…
Bak ne fark ettim baba, biz hala çok yakınız, biz hala baba-kız ız…