14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2052
Okunma
Son günlerde siyasal iktidarın “KÜRT AÇILIMI” olarak adlandırdığı gündem maddesi yaşantımızın her anını bir hamlede dolduruverdi. Gün geçmiyor ki; “açılım” adı altında her gün yeni bir mevzi “terör örgütünün siyasal uzantısına” terk edilmesin.
Bunun en son örneğini ise bugün yaşadık. İki senedir “PKK’ya terör örgütü demedikleri müddetçe DTP ile görüşmem” diyen Sayın Başbakan, birdenbire adeta kendine vahiy gelmişçesine “DTP ile PKK aynı değildir” deyip DTP Eş başkanı Ahmet TÜRK ile görüşüverdi.
Oysa ki; DTP’nin PKK’nın –adeta- askerlik şubesi gibi çalıştığını en iyi bilenlerden ya da bilmesi gerekenlerdendir Sayın Başbakan. Bu konuyu bir başka yazımıza bırakalım ve bugüne dönelim.....
“Cetvelleri yanlış olanların, bütün ölçümleri yanlıştır.” der Cenab Şahabettin. Teşhisleri yanlış olanların tedavi yöntemleri de şüphesiz yanlış olacaktır. Ülkemizde yaşı Cumhuriyet’imizden büyük bir sorun olduğu doğrudur. Ancak bu sorunun adını etnik bir temele dayandırarak üstelik resmi ağızdan “KÜRT SORUNU” olarak koymak ne derece doğrudur ve bizi nerelere götürür bunun hesabını iyi yapmak gerekir.
En kaba tarifiyle milleti millet yapan dört ana unsur vardır. Din, dil, tarih ve töre. Ve bir milletin hayat felsefesi, inançları, an’aneleri gibi, ruhunun yansımalarını bulabileceğimiz davranış ve tavırları o milletin kültürünü meydana getirir. Bu açıdan baktığımızda Doğu Anadolu insanının Türk Kültür bünyesinin sağlam ve ayrılmaz bir parçası olduğu su götürmez bir gerçektir.
Bölücü unsurların yıllardır KÜRT sözüne etnik bir anlam yüklemeye çalışmalarının yegane sebebi budur: Türk kültür birliğini parçalamak. Oysa sloganik ve propagandist yaklaşımları bir köşeye koyarsak, KÜRT teriminin açıklaması bugüne kadar bu konunun ideologları tarafından dahi yapılamamıştır.
Bunun en büyük nedeni ise Kürt Aşiretleri olarak iddia edilen Kurmanç, Gûran (Zaza), Lûr ve Kalhur ağızlarında KÜRT sözcüğünün bulunmamasıdır. Evet yanlış duymadınız. Kürt sözcüğü bu ağızlarda bulunmamaktadır.
O yüzdendir ki bölücüler bu noktada V.Minorsky’ nin “Prensipte milletlerin kaynaklarını etimoloji ile ispat etmek tehlikelidir. Bunun için tarihi ve coğrafi elemanlara dayanmak gerekir” sözüne can simidi gibi sarılmışlar ve etimolojik anlamda içini dolduramadıkları KÜRT sözcüğünü, tarihin derinliklerinde kaybolmuş bazı kavimlere dayandırmaya çalışmışlardır. (Karduklar, Med-İskitler, Asurlar vb.)
Ancak bu tezler kısa sürede çürütülmüştür. Tarihi kaynaklara bakıldığında ne irani dillerde, ne de asurlarda Kürt kelimesine rastlanılmamaktadır. Bu anlamda ne etimolojik olarak ne de Coğrafi anlamda Kürt isminde ayrı bir ırkın mevcudiyeti iddiası, bilimsel arenada bir teori olmaktan öte geçmemiştir ve geçemeyecektir.
Tarihi kaynaklar incelendiğinde KÜRT teriminin bir ırkı tanımlamaktan daha çok, sosyo-ekonomik bir hayat tarzını ifade ettiği açık ve net olarak görülecektir. Bu İslam kaynaklarında çok daha barizdir. Mesela Tabari’de ki bir kayıttan anlaşıldığına göre, Partlar’ın son hükümdarı Ardavan, Sasani İmparatoru Ardaşir’i sırf Fars göçebeleri ile birlikte yaşaması sebebiyle onu tahkir için “Kürtlerin çadırları altında büyütülmüş Kürt” şeklinde tasvir etmektedir.
Görüldüğü gibi var olduğu iddia edilen çeşitli aşiret ağızlarından veya menşe olarak iddia edilen Farsça, Arapça ve diğer dillerde KÜRT terimi mevcut değildir. Halbuki Türkçe’mizde bu terim mevcuttur.
Çeşitli kaynaklara göre açıklamak gerekirse: “Kar yığını, çığ, dallarından yay, kamçı değnek gibi şeyler yapılabilen kayın ağacı, ayva ağacı Kürüd; şeklinde yazılanı ise Merih Yıldızı demektir. Uygur Türkçesi’nde de, manası anlaşılamayan Kürdüş sözcüğü bulunmaktadır. Beyşehir Gölü kenarındaki Kürtler Köyü’nde (Türkmen Köyüdür) Kürt kelimesi “süpürge otu” manasına gelmektedir.
Diğer Türk Lehçelerinden Kazakça’da Kürt kelimesi: “Kalın kar yağını”; Kürtük kelimesi: “yeni yağmış kar” anlamına gelmektedir. Kazan Tatarcası’nda Kürt “yeni yağmış kar” Çuvaşça’ da “karların dağda teşkil ettiği saçak şeklindeki çıkıntı” Uygurca’da Körtük: “Kar denizi veya kar yığını” Yakutlar’ da Kürçük “kar yığını” ve hatta Fin asıllı Çeramisler’e de Kürt terimi aynı anlamda geçmiştir.
Sir Gerard Clouson’un Etimolojik Türkçe Sözlüğünde de Kürt: “Bir çeşit ağaç, dağdaki kayın ağacı veya dağ gülü” şeklinde anlatılmış, Kürtük ise “Kar sürüklemesi, derin kar veya benzerleri” şeklinde izah edilmiştir.
Bir boy adı olarak KÜRT kelimesine tarihte ilk defa Yenisey’de ki Köktürk Kitabelerinde (Elegeş Yazıtı’nda) rastlanmaktadır. Bengütaşı’ndaki bilgiden anlaşıldığına göre sözü edilen Türk Boyu, Köktürk’ler içinde yaşıyordu ve beylerinin adı Alp Urungu idi. İran’da ki 55 boydan meydana gelen Kaşgay Türk topluluklarının boylarından birinin adı da “Ali Kürdlü”dür.
Görüldüğü üzere KÜRT adı verilen toplulukların dillerinde mevcut olmayan KÜRT terimi, menşe olarak gösterilmek istenen İrani unsurlarda (Pers, Med, Sasani) Ari dillerde de yoktur. Arapça’ya ise bu terim Türkçe’den girmiş olup, EKRÂD (Kürdün çoğulu) olarak geçmiştir. Ve Arap Tarihi kaynaklarında bu terim eski devirlerden itibaren “göçebe/konar/göçer” anlamında kullanılmıştır.
Mesela tarihi kaynaklara göre 451 yılında Kafkasya üzerinden Mugan’ın güneyinde yerleşmiş olan Akhun Türk topluluklarından XII. Yüzyılda Harzemşahlar döneminde Mugan Türkmenleri olarak bahsedilirken, bu Türkmenlere Arap Kaynaklarında “Ekrâd-ı Bila Sükan” yani “iskan edilmemiş Kürtler” denmektedir.
Tarihi pek çok kaynakta bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Osmanlı Arşiv Belgelerinde de Ekrad sözcüğünün yerleşik hayata geçmemiş konar/göçer/göçebe Türkmenleri diğer Türk topluluklardan ayırt etmek için kullanıldığı ve bunun herhangi ırki bir anlamı olmadığı görülmektedir.
Bu örnekler sayfalarca çoğaltılabilir. Kilis Livası Mufassal Defteri’nde Osmanlı Kanunnamesi’nde Kürt deyimiyle “Yörüklerin” anlatıldığı açıkça görülür: “ Ekrad taifesi kıl eviyle kadimi kışlak ve yurtları Nahiye-i Con ve etrafında Halep ve Maraş Eyaletlerinde vaki olan yaylaklara kıl eviyle konar-göçer yürük makulesi olduklarından….”
Görüldüğü üzere tarihi kaynakların ışığında bakıldığında;
KÜRT sözcüğü bir ırkı tanımlamaktan daha çok Sosyo-Ekonomik bir hayat tarzını anlatmak için kullanılmıştır.
Arapça, Farsça ve hatta Kürt Aşiretleri olarak iddia edilen Kurmanç, Gûran (Zaza), Lûr ve Kalhur ağızlarında KÜRT sözcüğü bulunmamaktadır.
*
Oysa yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi güzel Türkçe’mizde ve Türkçe’mizin Türkistan Coğrafyasına yayılmış pek çok topluluklar tarafından kullanılan lehçelerinde KÜRT sözcüğü zengin anlamlar ihtiva etmektedir.
Hülasa KÜRT ayrı bir IRKIN, ayrı bir MİLLETİN adı değildir. O yüzden yıllardır bölücülerin propagandalarına mesnet teşkil eden ve ancak tarih ve bilimin ışığında bir teori olmaktan öte gitmeyen, KÜRT sözcüğüne “etnik” bir anlam yükleyerek meselenin adını “KÜRT SORUNU” koymak var olan sorunu çözmekten öte gelecekte -hiç şüpheniz olmasın- daha büyük sıkıntılara yol açacaktır.
Açıkça söylemek gerekirse, mevcut siyasal yapının PKK terör örgütünün siyasal temsilcilerini muhatap alarak görüşmeler yapması, DTP’nin ve dolayısıyla PKK’nın Kürtleri temsil ettiği sonucunu ortaya çıkarır ki bu bölge insanına yani KÜRTLERE yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Bu resmen bölge insanını yıllardır bölgede adeta bir korku imparatorluğu kurarak KÜRTLERİN kanıyla siyaset yapan PKK terör örgütünün kucağına itmektir. PKK terör örgütüyle verilen mücadelede en çok şehit veren vilayetin ŞIRNAK olduğunu söylersek ortaya nasıl bir paradoksun çıkacağını varın siz düşünün.
PKK terör örgütünün silahlı mücadeleye başladığı 15 Ağustos 1984 (Bebek katilinin yol haritasını açıklayacağı gün, örgütün fiili olarak mücadeleye başlamasının yirmi beşinci yıl dönümüdür.) tarihinden bu yana 31.586 eylem yapmış ve bu eylemlerin neticesinde 7.946 şehit verilmiştir. 4.828 sivil vatandaşımız da yine bu eylemler sırasında hayatını kaybetmiştir.
Resmi verilere göre PKK terörüne kurban vermeyen vilayetimiz yoktur. Bu mücadele sırasında en çok şehidi Şırnak, İstanbul ve Hakkari vermiştir.
Ortada böyle bir tablo varken milletten büyük bir teveccüh görerek iktidar koltuğuna oturanların, “KÜRT AÇILIMI” adıyla barış havariliğine soyunmaları hem terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin moral motivasyonunu olumsuz yönde etkilemekte, hem de “DEVLET EBED MÜDDET YAŞASIN” diye davulla zurnayla askere gönderdikleri yiğitlerin bayrağa sarılı tabutlarını omuzlayan şehit ailelerini ve Türk Milletini derinden incitmektedir.
At izinin it izine karıştığı şu günlerde, meydan ne idiğü belirsiz ve ancak aynı odaklar tarafından finanse edildikleri gün gibi açık olan ve birbirlerinden beslenen sözüm ona ULUSALCILARA ve BÖLÜCÜ AYRILIKÇILARA kesinlikle bırakılmamalıdır. Bu güruhun yoğun enformasyon ve propaganda çalışmalarına karşı Türk Milliyetçileri savunma mekanizmaları geliştirmeli ve ayrışmayı, ayrıştırmayı hedefleyen her türlü söylem etkisiz kılınmalıdır.
Ölçümüz açık ve nettir.
Bayrağımızla, devletimizle kavgalı olanla ölümüne kavgalıyız. Velev ki öz kardeşimiz bile olsa. Ancak bayrağımızı, devletimizi kutsal bir emanet gibi, namusu belleyip koruyanın ayağına tûrab oluruz. Dini inancı, etnik kökeni ne olursa olsun…
Yaşanan süreçte herkesin ama özellikle Türk Milliyetçilerinin üzerine çok büyük görevler düşmektedir. Bugün “KÜRT AÇILIMI” gibi ucube ve ayrılıkçı bir jargonla Türk Milleti’nin karşısına çıkanlara inat, Türk Milliyetçileri BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’ in yıllar öncesinden işaret ettiği BÜYÜK TÜRKİYE ÜLKÜSÜNÜ hayata geçirmelidirler.
Artık kısır çekişmeler bir yana bırakılmalı ve Edirne’den Kars’a bu coğrafyada yaşayan herkesi Yunus enginliğiyle kucaklamak amacıyla yeni bir “GÖNÜL SEFERBERLİĞİ” başlatılmalıdır.
Zira mazlum, maznun, yiğit, imanlı Anadolu insanı “ülküye” susamıştır. Ha keza yıllardır üvey evlat muamelesi gören ancak Devletine, Bayrağına küsmeyen, hayatı pahasına bayrağını baş tacı yapan Güneydoğu Anadolu insanı “kurak toprakların yağmur beklediği gibi” yeniden kapılarını çalacak “hilal bıyıklı” adaletin timsali “üç hilal sancağını dalgalandıran” yiğitleri beklemektedir.
Bu kucaklaşma hiç şüpheniz olmasın ki, DOSTA GÜVEN, DÜŞMANA KORKU SALACAK VE MİLLİYETÇİ BÜYÜK TÜRKİYE’NİN MUŞTUCUSU OLACAKTIR. Allah aşkına inin sırça köşklerinizden ve düşün yollara. Evlere değil, gönüllere girin tek tek. Ankara’dan bakmayın Diyarbakır’a, Adıyaman’a, Batman’a. Hele bir de gelin buralardan bakın Ankara’ya.
Son sözü ben değil, Şehit Alper Tunga UYTUN söylesin:
HAYDİ YİĞİT, HAYDİ YENİ AKINA
ÜLKÜMÜZÜN CİHAN VARSIN FARKINA