4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
984
Okunma

Tek noktaya kilitlenen gözlerine doldu kırkikindiler. Midesinde bir kramp var dayanamadığı. Dizlerini çekerek böğrüne uzandı ama, nafile. Vücudunda bir devrim vardı sanki; sancısına dayanılmayan. Dışarıdan inceden inceye başlayan yağmurun sesi gelmekteydi.“sokağa çıksam” dedi içinden. Aldırmıyordu saatin hayli geçmişliğine. Lakin izin vermiyordu midesindeki sancı. Gittikçe şiddetle arttığını hissetti. Hep korkudan olduğunu sanır ve çok sinirlenirdi ama; şu anda hiçbir şey yapamıyordu dudağında atan uçuklara. Öfke ve hayret içindeydi. Neler oluyordu böyle. Bu beden onun olamazdı. Ona ait hiçbir şey bu kadar isyana durmamıştı kendisine karşı. Tamam, anlıyordu kendi dışında gelişenleri ama, beden onundu. Nasıl hükmedemezdi.
Aklına takılan o kadar çok şey vardı ki. Şöyle biraz geri gitti ister istemez ve düşündükçe;
“böyle olması gerekliydi” diyordu içinden bir ses; hiç durmadan.
Bir sahil şehirli olmasına rağmen hep denizin olmadığı yerlerde oturmuşlardı.Asker kızıydı ve tayin nereye çıkarsa onlar oraya gitmişti. İlk denize girdiğinde o kadar çok su yutmuştu ki, iki gün çıkarmıştı. O zamanlardan kalmaydı sanki midesinde ki sancıya eş kesilen bulantı. Yine de bir gülümseme gelmişti yüzüne. “Ne güzel günlerdi” diye geçirdi içinden, derken; düşüverdi çocukluğuna. İçi nasıl da umut ve tebessümle dolmuştu. Ne olacak ki; çocuktu işte. Düşmüştü yine çocukça bir düşe
Birden yağmurun gürültülü sesiyle bulunduğu zamana geri döndü. İçinden çıkamadığı bir keşmekeşlik vardı her yanında. Bu kadar aciz kalabileceğine hiç inanmamıştı ama, işte buradaydı ve canı arabesk yaşamak , içinde bulunduğu hali en dramatik şekilde hafızasına kazımak istiyordu. Aklına takılan soruları yüreğine yöneltmekten yorulmuyordu. Ardı ardına takılıyorlardı aklına.
“ne zaman,.ilk ne zaman vazgeçtin” diye çok garip bir soru takıldı aklının sınır tellerine.
Çok zaman önce vazgeçilen olduğunu biliyordu ama itiraf edemiyordu kendine. Onca zaman bu bitmişliğin içinde nasıl yaşamışlardı. Belki de vazgeçilen olmak dokunuyordu zayıf yüreğine. İlk duyduğunda da midesine aynı kramp girmişti. Şimdiki gibi dönmüştü başı. Kayıvermişti zemin ayaklarının altından ve duvarlar üstüne üstüne gelmeye başlamıştı. İşte yine aynı şeyler oluyordu. O zaman da çok sürmüştü; hiç belli etmese de. Şimdi ne kadar sürecek kestiremiyordu.
Çok şeyin içindeki yerini terk ettiğini biliyordu. İçinde tuhaf bir hafifleme ve bir boşluk vardı; hani “hiç dolmaz” denilen cinsten. Lakin; biliyordu günü gelince dolacağını ve her bitişin bir başlangıç olduğunu . Bunu öğrenecek kadar çok yaşamıştı.
Canını en çok yakan şeyin zaman olduğunu düşündü. Hep sıcaktı, hep yazdı. “Her şeyin vıcık vıcık olduğu biz zaman” diye geçirdi içinden. Yüreğinin neden hep yaz sıcağında dolduğunu ve boşaldığını merak etti. Herkes ve her şey sözleşmişti sanki.
-Gerçekten hayatıma girdiler mi? Yoksa ben mi hayal ettim hepsini? Bir kitap yazmalıyım. Adı;” hayalimdeki adamlar” olmalı diye düşünürken; gülümsüyordu hafifçe. Ama neye güldüğünü de bilmiyordu. Onu güldüren hayal kelimesi mi, adam kelimesi mi? Kestirmek güçtü.
Lakin bir gerçek vardı ki hayalindeki adamlar hep büyüktü. Ve o kadar elbise biçmişti ki içindeki adamlara, ve onlar o kadar küçüktü ki gerçekte…
Hiç biri giyememişti biçtiği hiçbir elbiseyi. “Haklı olarak” dedi usulca. Herkes kendi terzisiyle gelmişti. Bu gerçeği bildiği için belki de; çok da kızamıyordu yaşadığı küçük adamlara. Kendi dünyalarında “koca adam”dı herkes. Tek üzüldüğü onun elbisesinin içine girmeye çalıştıklarıydı. Bu olmuştu kendisini yanıltan. Ondandı bu şaşkınlık, ondandı bunca hayıflanma…“körebe bitti” diye düşündü; hani hep ebeliğini yaptığı.
“Hayat seni ıskalamayacağım gel beni yakala…”