6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1457
Okunma
Uzun süren kışın ardından, karşı apartmanın bahçesindeki karların erimesiyle çimenlere kavuşan güneşin duyumsadığı sevinci duyuyorum size kavuştum diye...İçimden taşmaktalar biriktirdiğim cümlelerim, uzun soluklu anlatımları benimsemişim, şiir değil benim işim.Bir ses duydum derinlerden "o zaman yazma kardeşim!". İnan bana kolay olsaydı yazmazdım.Yazmak tıpkı aşık olmak gibi, aşık olduğunda kalbin hükmünü veremeyeceğin kararlar veriyor ya hani, yazmaya başlayıncada kalemini zaptedemiyorsun...Günün sıcaklığını yitiripte, en serinine kavuştuğu vakit, zihnim bayram yeri, cümleler ziyaret ediyor, ellerimi öpüyor.Şeker ve mendil yetiştiremiyorum onlara.Bir zamanlar bayram sabahları el öpme merasimini bir oyun sanan ben, ellerimi uzatırken cümlelerime baba edasında, bunun en özel gelenek olduğunun farkına varıyorum bal gibi.Yazan insan için her sahne yorumlanmaya değer...Pazar sabahı fırından çıkmış bir baba, kediye dokunmaya korkan çocuk, camları silen bir kadın, dükkanın önüne taburesini atmış gelen geçene laf atan kasap, sevgilisinin saçlarını okşayan genç adam, bir parkta yalnız başına oturan yaşlı teyzenin yaşadığı yıllara tanıklık etmiş çizgileri...Herşey ama herşey bir yazı konusu, içindeki bağlamanın tellerini titreten bir dokunuş...
Gel de yazma be kardeşim, nasıl yaşarım ben mızrabım olmadan...