9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1046
Okunma

Ekonomik özgürlük ve özgürce yaşam, kadınların vazgeçilmezidir. Ekonomik özgürlüğünü yaşamak isteyen ve tek başına ayakta kalmak isteyen kadına bu isteği yalnızlık olarak geri dönüyor.
Türkiye’de kadınlar bazen yaptıklarını, bazen de yapmadıklarını savunmak zorunda kalıyor. Çalışan kadınların çoğu yalnızlığı tercih etse bile, sürekli sorgulanan, meraklı bakışların kontrolünde olan bir hayatı yaşamak zorunda bırakılıyorlar.
Yalnızlık kişisel bir tercihtir, tercihi yapanın yaşam şeklidir. Türkiye’de yalnızlık, genellikle kimsesizlikle karıştırılır. Yalnız yaşama tercihini, sınırsız özgürlük olarak değerlendirenler toplumsal değerlerimizi hiçe sayanlardır ki, onları kadınsal özgürlüklerin, toplumsal özgürlüklerin dışında tutuyorum.
Toplumsal ikiyüzlülüğümüz had safhaya ulaştı. Bir yandan kadınlarımızın mutlaka eğitilmesi ve ekonomik özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğini anlatan siyasiler, sosyal toplum kuruluşları ve kadın dernekleri; diğer yanda bu kuruluşlara destek veren ama eşini, kızını ve bizatihi tüm kadın akrabalarını eve kapatmak isteyen erkekler. Kadının eğitimi ve özgürleştirilmesi, beraberinde gelecek sorunlar varmış gibi çözülemez. Öncelikle kadının birey olduğunu, toplumun her kesimi koşulsuz kabul etmelidir.
Dinin ağır bastığı bir yaşam koşuluna mahkûm edilen kadınları görünce, onların çoğunluğunun özgür düşünmelerinin de engellendiğini görüyoruz. Özgürce düşünemeyen insan, -ister kadın olsun ister erkek olsun- topluluklarını istediğiniz şekilde yönetmenizde mümkün olur ve daha kolaydır. Bugünkü toplumsal yaşamımızda bunun ağırlığını fena halde hissetmekteyiz. Duymak istediğini duyanlarla, görmek istediğini görenlerin ağır baskısını hissediyoruz üzerimizde.
Yaşadığı kafesten çıkıp, özgürlüğün en büyüğüne kavuşan Türk kadını, bugün özgürlük savsatası ile tutsaklığın en acı türüne maruz bırakılıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında verilen mücadele, çok daha farklı bir mücadeleydi. Kızlar kafalarındaki çarşaflarından, peçelerinden kurtularak okumak istiyordu. Çarşaftan kurtuluş, esaretten kurtuluşun da bir simgesi idi. Geri gitmeye bu kadar hevesli bir toplum, kurtuluş savaşı öncesi dönemlerinde yaşamıştı. Çağdaşlaşmanın en hızlısını yaşayıp da, kısa süre içinde buna uyum sağlayan Türk milleti belki de tarihimizin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor ve en karanlık günlere alıştırılıyor.
Türk kadının kurtarıcısı Atatürk, kadınlarımızı çarşafı çıkarıp atmaya, erkeklerle birlikte kendisine düşen yeri almaya davet etmiştir.
1935 seçimlerinde Meclis kürsüsüne çıkan 18 kadın milletvekili, erkeklerle birlikte siyaset yapabiliyor, miting alanlarında düşüncelerini dile getirebiliyordu. Bugünkü siyasi partiler kadınlara ayrılan kotayı tartışıyorlar. Erkek siyasilerde kota yok, neden kadınlarda kota var? Bunun cevabını da merak ediyorum doğrusu. Çıkarılan yasalar tamamen erkek egemen bir meclis tarafından çıkarıldığından, kadınlara her ne kadar yasal haklar tanınıyor gibi görünse de bunun yetersiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Çok yazık, hem de çok. Bu durum kadınlar için yeterince onur kırıcı.
Değiştik desem dilim varmıyor, geliştik desem geçmişimize, tarihimize hakaret etmişim gibi olacak. Mutsuz olduğumuz koşulları da çoğunluğun elleriyle yaşıyoruz.
Gerçekleri görmezden gelemeyiz. Yozlaşmış dünyamızda, yaşadığımız çevrede birçok gerçekler saklanmakta, taraflı tv yayınları, taraflı basın eliyle bunun üstü örtülmektedir.
Buna çare bulunur mu? Hayır bulunmaz. Kendi içimizde yaşadığımız kifayetsiz, doğruyu söyleyememenin getireceği kötü son, yeni hayatımızın başlangıcıdır.
Çağdaş Türk kadınını maruz kaldığı bu esaretten, Türkiye’yi maruz kaldığı bu gericilikten kurtarmanın tek yolu kadının yeniden mücadelenin başına geçmesiyle mümkündür.
Bu tatsız ve anlamsız yaşam biçimimiz öncelikle Ülkemiz üzerine, sonrasında kadınlarımızın kişiliğine düşürülen bir gölgedir ve ürkütücüdür. Özgürleştirilmek istenen kadının hayatında yeni tutsaklıkların başladığını görüyoruz.
Mehter takımı gibi bir ileri bir geri gittiğimiz hayatımızda, belki de yaşadığı hayatın farkında olmayan ve sorgulamayı bilmeyen insanlara tahammül etmenin sınırlarını zorlamayı yaşıyoruz. Bunun ne bize ne de başkalarına faydası vardır.
Hülya TÜRK