6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2614
Okunma
Bir aşk öyküsü değil bu sarı sıcak.
Yaşamdan öte yaşanılan yerde sevgiliye duyulan nefret belki de.
Önceden bir on dört şubat gününden kalma bir beste aynı tını yalnızlık kapını çalarken yine esen rüzgâr tek hediyenken durgun dingin bir ses.
—Ben geldim yar aç kapılarını.
Beş ay, çok geçmiş değil üstünden yok olmuş beste. Tarifi yokluk, tarifi ölüm bir hikâye. Düğüm içim açılmayan kasvet sana değil kendime ihanet...
Seni sevmek ibadet. Seni sevmek Allah’a yakın durmakken niye çıktı bu nefret? Yine garip bir hava üç gündür aynı senfoni. Gecelerdir hazin müzik, yok/sun. Nefret nasıl anlatılır onu bile bilmezken dilime çökmüş bu lâllik hangi sesten?
Tenine başka ten aydınlığa karanlık düşmüş. Ellerim senin ellerinden daha çok büyümüş tarifsiz almıyor bu hissi bu beden.
Bünyem sarmış yine boş vermişlik çerçevesini etrafına, bana değil bendeki sana bu hizasız kıyam.
Bir yoldu umman, şimdi karanlık senden bana kalan. Ne ben sana yakıştım bu yolda ne sen bana gölge oldun bu hususta.
Söyle kaç sokak lambası lazım görünen yolu aydınlatmaya. Söyle kaç fener lazım sende olan gölgeni bu vuslata yansıtmaya.
Sus! Ya da sadece sus! Ne çok konuştuk ne çok kelime tükettik.
Giderken bana bıraktığın tek miras susmak şimdilerde en iyi onu yapıyorum.
Nefretim sustu bak yazamıyorum...
E.S.E