2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
739
Okunma
Ülkenin içinde bulunduğu durumu doğru tahlil etmenin en güvenilir yolu, sokaktaki insanın nabzını tutmaktır.
Akılcılığın, bilimsel yaklaşımın engellendiği, hâkimiyeti ele geçirmek için her türlü çirkin mücadelenin mubah sayıldığı, aslında illegal olan fakat yasalmış gibi muamele gören bazı odakların basını kendi emellerine alet ettiği bir ortamda halkın sesine kulak vermek daha da önem kazanıyor.
Basında tarafsızlık ilkesinin neredeyse her gün ihlal edildiğini üzülerek izlemekteyiz. Bütün bu ihlaller kamuoyunun kafasını karıştırmaktan öteye bir işe yaramıyor.
Zira aynı haberin kiralık kalemler tarafından çarpıtılarak farklı şekillerde nasıl kamuoyuna sunulduğunu bilmeyen, fark etmeyen neredeyse yok gibi.
Vatandaşın kafası ciddi ciddi karışık…
Nasıl karışmasın ki!
Böylesi ortamlarda hangi görüşü savunursa savunsun, vatandaşı hakir görmek, onu ülke gündemine dair bihaber olmakla suçlamak doğru değildir.
Şayet suçlu aranacaksa; suçu kamuoyunda taraflı haber ve yorumları ile kafa karışıklıklarına sebep olanlarda, bunların önünü alacak mevcut caydırıcı yasaları uygulamaktan aciz kurumlarda aramak lazımdır.
Sayın Başbakan TOBB Genel Kurulunda yaptığı konuşmada;
"Türkiye’de on yılların ardından nihayet oluşan mutabakat zeminini tahrip etmeye yönelik girişimler olduğunu, teşebbüslerde bulunduğunu biliyoruz. İstikrara, güven ortamına kastedenler, Türkiye’nin mutabakat zeminini bozmaya çalışanlar, huzur ortamını provoke etmeye çalışanlar, demokrasi ve hukuk içinde gereken cevabı buluyorlar, bulmalılar.” Dediler.
Sayın Başbakanımızın nihayet diye başlayan mutabakat zemini nedir?
Atılan her adımın tartışmalı olduğu bilindiği halde Başbakanımızın bahsettiği ne tür bir mutabakattır?
Söz konusu mutabakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları ile Türk Milleti arasındaki mutabakat mıdır, yoksa Küresel Dünya yapılanması içinde AKP’nin yürüttüğü uluslar arası mutabakat mıdır?
Hiç gündemimizde olmamasına rağmen ABD Başkanı Barack Obama’nın ülkemize gelmesiyle birlikte aramız açılan kardeş ülke Azerbaycan’ı bu mutabakat ekseninde mi düşünmeliyiz?
İstikrar açıklamasına ise hiç değinmeyeceğim!
Ama bir konuda Başbakanımıza katıldığımı belirtmek isterim;
Konuşmasının devamında değindiği Ergenekon soruşturmasıyla ilgili “yargısız infaz” hususunu ciddiye almak gerek!
Eğer sadece lafta değil ise bu konuşmasından sonra kişilik ihlalleri konusunda Başbakanımızın Adalet Bakanlığını göreve çağırması yönünde kamuoyunda yoğun yoğun beklenti oluşacaktır.
Deniz Feneri davasında ki ayak sürüme, zamana yayma gayretleri ciddi şüpheler uyandırmaktadır.
Yani mevcut bazı gayretler Başbakanımızın söylediğinin aksine cereyan etmektedir.
Yoğun beklenti demiştik…
Yukarıda bahsettiğim beklenti daha önce de defalarca olduğu gibi nafile bir beklenti midir, değil midir zaman gösterecek.
Sayın Başbakanın TOOB Genel Kurulunda yaptığı konuşmasının genelinden çıkardığım sonuca göre; Türkiye’de yasal olmayan her türlü yapılanmanın ucu nereye varırsa varsın üstüne gidilmesi gerektiğine de sonuna kadar katılıyorum.
Sokaktaki insan da ülkede ciddiye alınması gereken her türlü iddiaya cevap bulacak ve vicdanları rahatlatacak siyasi iradeyi sabırsızlıkla beklemektedir.
Bir gazeteci olan Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanan “Başbuğ Paşa’ya sorulamayan 9 Soru” başlıklı yazısında e-mail aracılığı ile halktan gelen tepkilere kulak verdiğinden bahsetmiş.
Halkın nabzını tutmak gerek demiştik ya;
Bu nedenle merak ettim ve okudum.
Gelen elektronik postalardan bazılarının mutlaka yayınlanması gerektiği kanaati ile bir tanesini okuyucuları ile paylaşmış.
Merakla okudum.
Yazı bittiğinde Sayın, Bayramoğlu’nun halktan gelen tepkilerde bile kendi bakış açısı ile benzerlik gösteren seçimini yadırgamadım.
Bunu bekliyordum tabi ki.
Belli ki kendisi olarak yazmaktansa aynı şeyi bir başkasının ağzından anlatması daha kolayına gelmiş.
Adını saklı tuttuğu okurunun maddeler halinde yazdığı görüşlerinden 6. Maddeyi sizlerle paylaşmak istedim.
Ateşli okur o maddede Ergenekon iddianamelerinde yer alan bazı ses kayıtlarını kastederek soruyor;
“6. Ses kayıtlarını nasıl inkâr ediyor? Hukuken delil olarak kabul edilmemesi bu konuşmaların yapılmadıklarını göstermez ki? “
Meçhul okur çok haklı!
Hukuken delil sayılmasa bile konuşulmuş.
Hükümete karşı muhalif yapılanmanın sert söylemlerinden oluşan ses kayıtları elbette yok sayılamaz. Konuşulmuştur ve bir şekilde kamuoyuna teşhir de edilmiştir. Öyleyse o ses kayıtlarının içeriği mevcut rejimi yıkıp yerine başka bir rejim getirme suçu ihtiva ediyorsa, ya da silahlı eylem hazırlığına işaret ediyorsa ya da yasalara aykırılığı söz konusu ise yargı bunu göz ardı etmemelidir.
Aynı hassasiyet ülkemizin bekasına yönelik girişimleri teşhir eden bütün ses kayıtlarına da gösterilmelidir.
Yani birine başka diğerine başka muamele hukuk ilkeleriyle bağdaşmaz.
Etik de olmaz!
Kimse kendini devletten daha üstün ya da güçlü sanmamalıdır. Devlet kendisi için tehlike gördüğü her türlü yapılanmayı bertaraf edebilecek güçtedir ve etmelidir de!
Bir hoca efendinin sesli ve görüntülü kaydında devletin kan damarlarına sızmaktan, lüzumu halinde büyük paralar ödenerek hâkim savcı satın alınmasından bahsettiği bilinmekte. Pek muhterem hoca efendi o konuşmasında acelecilikten sakınılması ve mutlak gizlilikten de dem vurmaktadır.
Ses kaydını dinledikten sonra aklıma bir takım soru işaretleri takıldı.
Kan damarlarına sızılacak ülke neresidir?
Kanunu hiçe sayma pahasına hâkim, savcı satın alma eylemine teşebbüsün amacı nedir?
Türkiye’de hâkim, savcı satın almaya kimin gücü yetebilir ya da böyle bir şey mümkün müdür?
Bütün bunlardan daha önemlisi, devletin can damarlarına zaten girilmiş midir ki derin bir sessizlik içinde çaresiz beklenilmektedir?
İşte sokaktaki insan bütün bu soruların bir gün mutlaka yanıt bulacağından hala ümidini kesmiş değildir.
Şayet bir gün o son ümit ışığı da sönerse geçmiş ola!