7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1061
Okunma
Cumhuriyt kuşkusu dahi 1920’li yıllarda tutucu ve gerici kesimin hedefi haline geliyor. Mustafa Kemal zor şartlar altında bütün sivri uçları ortak bir hedefde buluşturmak için var olan maddi ve manevi enerjisini kullanarak çaǧın gereklerine uygun bir rejim planlarının temellerini de bu şartlar altında atıyor. Hatta bu bazen öyle zor oluyor ki, Milli Misak hedeflerini biraz erteleyerek iç düşmanlarına karşı büyük zorluklarla akrşılaşıyor.
Bu esnada, o zaman Millet Meclisi‘nde mevcut olan çeşitli gruplar, Mecilis’i yönetilmeyecek bir duruma getiriyorlar. Hatta Atatürk, büyük Nutkunda bu durumdan yakınır ve şöyle der: „Erzurum ve Sivas Kongresinde saptanan ilkeler, son İstanbul Millet Mecilisi’nce kabul edilip berkitilerek Milli Misak adı altında özetlenmişti. Bu ilkeler Birinci Büyük Millet Meclisi’nce de kabul edilmişti ve bunlara uygun olarak yurdun bütünlüǧünü ve milletin baǧımsızıǧını saǧlayacak bir barışın elde edilmesine çalışılıyrdu. Ama zaman geçtikçe Mecliste birlik olarak çalışmanın saǧlanıp düzenlenmesinde güçlükler doǧmaya başladı. En önemsiz konularda oylar daǧılıyor, Meclis’ten iş çıkmıyordu. Kimi kişiler buna bir çıkar yol bulmak için 1920 yılı ortalarında bir takım örgütler kurmaya kalkıştılar. Bütün bu girişimler, Meclis görüşmelerinin düzenli yürümesini saǧlamak ve görüşülen konular üzerinde oyları toplayarak olumlu iş çıkarmak amacını güdüyordu…
[(…)] Çünkü Milli Misak’la saptanmış olan ilkelerde, her bakimdan görüş ve amaç birliǧi olduǧu halde, Anayasa ile konulan ilkeler üzerinde tam bir birlik saǧlanmış görünmüyordu. Grupları birleştirmek, ya da gruplardan birini güçlendirerek iş görmek için, dolaylı olarak çok çalıştım. Ama bu yolla elde edilen sonuçların, uzun ömürlü olmadıkları görüldü“. (Nutuk, S. 594)
Ben bu alıntıyı mümkün olduǧu kadar kısaltmayı denedim, ama bazı gerçekleri bir kez daha gericilerin gözüne batması için Türk Halki’nın kutsal kitabı olması gereken Nutuk’u sevinçle, ama cumhuriyetimizin geldiǧi nokta açısından üzüntüyle okudum. Yine bu zamanda oldukça yoǧun bir programla „Milli Misak’in halk egemenliǧi ilkesine uygun uygun düşen bu hazırlıkların yapılacaǧının Atatürk tarafından açıklanması dahi, Padişahçı, tutucu muhalefetin açıǧa çıkmasına yetmiştir. K. Karabeki, A. F. Cebesoy, R. Bele gibi Kurtuluş Savaşı’nın önderleri dahi yeri geldiǧinde Atatürk‘le ipleri koparma noktasına gelmişlerdir. R. Orbay da Atatürkün „devlet ve millet kuruluşlarını da Anayasa’ya göre adım adım saptamaya ve hazırlamaya çalışacaǧını“ açıklaması çeşitli biçimlerde tutucu ve gerici muhalefetin tavır takınmaları sonucu hayata geçirilmesi bir hayli zorlaştırılmıştır.
Bu ve buna benzer örnekleri, usta yazarımız Doǧan Avcıoǧlu’nun Milli Mücadele Tarihi kitabının genelde bütün kitaplarından, özelde ise 2. Ciltinin 700’lü sayfalarından sonra okuyarak daha çok bilgi edinebiliriz. Burada benim asıl anlatmak istediǧim.
Cumhuriyeti’mizin karşılaşmış olduǧu tehlikenın, geldiǧi noktanın ve şu anda Nakşibendi bir Cumhurbaşkanı ve Hikmetyar’ın dizinin dibinde biat ederek fotoǧraf çektiren birisin başbakan olarak kukla bir hükümetle işi sözde yürütmesidir. Bu adamlar, ruhları gereǧi sinsidirler ve akrep gibi kör kuyudan çıkarak kendilerinden olmayan herkesi sokarlar. Zehirli dinli dilleriyle. Neden mi diye sorarsanız bu okadar geniş bir alana yayılır ki, ne yazmakla ne de konuşmakla sonu getirilemez. Bunların hepsi aynıdır, sadece isimolarak deǧişıktırler. Ha Amerika’nın uşaǧı hanedanlar ve papatyalar kıralı rüşvetçi özal, ha da elinde anahtarlarla seçim konuşmaları yapan, „herkese bir araba ve ev“ diye yalancılar şampiyonu Tansu bacımız veya da Milli Görüş Teşkilatı vatan hainlerinin dolarlı ve 200 kilocuk altını olan genel dolandırıcılarını sayabiliriz. Burada unuttuklarımda olabilir elbet. Örneǧin, yeǧenler Hüsnü, birader Korkut ve oǧlu için „bir dikili aǧacı dahi yok“ diyen kültürsüz, sonradan görme papatya ablamızı sayarsak hiçte yanılmış olmayız. Yani dolandırıcılık artık bizim ülkemizde resmileşmiştir. Sanırım kendilerinin kırkkez üzerinde dalever oyunları yaparak deǧiştirdikleri Anayasalarında dahi yargılanmayan hiç bir yüksek bürokrat ve milletvekili yoktur. Varsa da bunlar, arka sandalyelerde ellerini kaldırıp yasal olmayan yasaların meclisten geçerek yasalaşmasını saǧlamaktan başka bir görevleri zaten yoktur. Yani düşünelim bir defa mantıklıca, ve sıradan bir insan olarak evine haftada bir iki kilo et alamayan yıǧınlar temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamazken, birileri oǧluna gemi labiliyorsa ve bunun da hesabını soranlar „ergenokon“ yalan ve dalvereleriyle içerilere atılırken, asıl ergekoncular ellerini kollarını sallayarak gezerken Türkiye’nin geldiǧi noktayı tespit etmek daha da kolay olacaktır. Asıl ergenokoncular, saǧcı valiler, emniyet amirleri, aǧarlar, bucaklar, evrenler, ürüǧlar, çatlılar, başbuǧlar gibileriyken ve bunların ülkeyi ne hale getirdikleri ayın ondörtü gibi belirliyken, öküz altında buzaǧı aramak misali buna en uygun teşbih olsa gerek.
Evet, Türkiye de bir „ergenekon“ vardır. Bu inkar edilmez. Asıl ergenekoncular hırsızlar, devletin kasasından paraları cukkuda cebine indirenler, ogullarına düǧünde haramdan elde ettikleri 30 kilo altını düǧün hediyesi olarak verenlerdir. Türkan Saylan’lar deǧil. Aǧarlardır, yıllardan beri şeriatçıları emniyete doldurarak iplerle insanları Ankaranın göbeǧinde katledenler. 16 Martları, 30 Martları, 1 Mayıs 1977 katliamını gerçekleştiren MİT’ler, itler, Maraş katliamcıları, Yazıcıoǧulları, Çorum katliamını gerçekleştirenler, Sivas Madımak caniler ve organizatörleri, Gaziosmanpaşa’da kahveleri tarayarak mezhep kışkırtması yapanlar ve daha nice korunan katiller. Asıl ergenokon kanımca bu eylemleri yapanlar olmalıdır. Yoksa Erdoǧan İstanbul Belediye Başkanı iken yediǧi rüşvet lokmalarının hesabını sormak için hakkında soruştrma açan ve böyle nadir emniyet mensubu olan vatansever Adil Serdar Saçan’lar deǧildir. Bu deǧerli emniyet şube müdürümüz olan Saçan bey, şimdiki Başbakan Recep T. Erdoǧan hakkında yaptıǧı yolsuzlukları belgeleriyle tespit ederek 27 dosyayı kapsayan delillerle hakkında dava açtıǧı için olması gereken yerde deǧil cezaevindedir. O cezaevinde asıl olması gereken, Erdoǧan ve şeriatçı kabinesidir aslında… Ama bu dalavereci, yalancı hırsızlar, münafıklar her zaman bir yolunu bularak üçkaǧıtçılıklarına tam gaz devam etmektedirler. Çünkü suçlu olduklarını devletin yargı organları tespit etmiştir bunların. Bu yüzden ergenekon şu anda en iyi ve yutturmaca bir oyundur yalancılr ve iftiracılar tarafından oynanması gereken. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük soruşturma organı olan Yargıtay Başsavıcılıǧı AKP‘ye „kardeşim demokrasi iyi ve güzel bir sistem, ama demokrasiyle oynayarak içini boşaltarak, şeriatı remen veya dolaylı olarak savnmanız, sizin dürüst bir parti olmadıǧınızı göstermiştir. Bunu icraatlarınzda göstererek, demokrasiyi bir amaç deǧilde, araç olarak kullandıǧınız ve demokrasi oyunlarıyla demokrasiyi yok etmeye çalıştıǧınız için için kapatılmanız gereklidir“ diyerek önemli bir gerçeǧin altını çizmişlerdir. Bu günkü gelinen nokta işte budur. AKP bir öç alamk için ergenokon daleveresini de kullanarak şimdi Kemalist, ilerici, demokrat, subay, astsubay, savcı, hakim ve diǧer bürokratları yıldırarak kendi ergenekonunu yaratmaktan başka hiç bir amacı yoktur. Zaten olamazda. Aktule Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının dosyası o kadar kabarık ki, normal bir vatandaşı saǧcı savcılar böyle durumlarda ömür boyu hapse mahkum ederlerdi. Bu adam da aslında kendi yasalarımıza göre muhtar dahi seçilemez. Ama saǧolsun Cumhuriyet düşmanı Baykal efendimiz 40 – 50 kişiyle 20 yılda yüzde yirmiyi bile zor bulan oy potansiyliyle ülkenin bu hale gelemsinden Erdoǧan kadar sorumludur. Burada biz Kemalistler’ın kıvırtmasına hiç gerek yok. CHP’nin başında böyle hizipçi birisi olduǧu sürece, daha çok erdoǧanlar geli geçecektir cahil halkımın oylarıyla… Turan Dursun’nun söylediǧi gibi „Din Bu“ ne yapmaz ki… içinde her şey vardır. Kulleytan’ı okurken hem güldüm hemde aǧlamıştım. Takunyacı özalı küçümseyerek.
Gelelim son gelişmelere. Burada artık bir gazete okumamıza bile gerek yok, yapacaǧımız bilimsel tespitler Türk Adaleti’nin adaletsiz bir bakan tarafından yönetilmesinden dolayı geldiǧi noktayıda görmemize yardımcı olacaktır. Bu adam da kendisi bir hukuk professörü olan Hikmet Sami Türk vatan haini gibi bir haindir. O hain zamanında da binlerce tutuklu öldürülmüş F-Tipi cezaevleri yasalaşmış ve insanlar doǧrudan şiddet sonucu öldürülmüştü. Acaba o adam bugün nasıl bir vicdan hesaplamasıyla başbaşadır bilmiyorum ki. Ya da inasnım diye normal yatıp kalkabiliyormu bu şevket efendileri. „Adalet Bakanlığı’nın, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, hakkında „meslekten ihraç“ istemiyle soruşturma başlatması da işin cabası. Acaba neden adaletten sorumlu bir bakan böyle bir bürokratı görevden alma gereǧi duyar bilmem ki. Sayın Eminaǧaoǧlu, yaptıǧı açıklama da „Şu an yaşadığımız süreç hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukukudur. Ben bu soruşturmayı hukukun tescil edileceği bir süreç olarak görüyorum“ diye kendi hukuksal tanısını koyarak işinin ehli olduǧunu kamuoyuna duyurmuş oldu. Konuşmasında son aylarda ki olayları hukuksal açıdan deǧerlendiren sayın Eminaǧaoǧlu çeşitli ana başlıklar altında toparlayarak ülkemizin son günlerde getirilmiş olduǧu durumu daha sonra şu sözlerle deǧerlendirdi:
- Bu soruşturma hukukun tescil edileceği bir süreç olacak: „Önceklikle şu boyutu bilginize sunmak istiyorum. YARSAV hukukun üstünlüğü, etkinliği ve bağımsızlığını sağlamak için kuruldu. Ancak maalesef 12 Eylül döneminden kalan alışkanlıklar terk edilemedi. İlk olarak ben hedef alındım ama bu hedef şunu anlamamızı sağlayacak: Elimizde sadece hukuk var. Ben bu soruşturmayı hukukun tescil edileceği bir süreç olarak görüyorum. Hukuku kimse kullanamayacak, bu süreç hukuk devletini perçinleştirecek, hukuka aykırılıkları yine hukuk ortadan kaldırılacak. Bu süreç bu nedenle tarihsel bir süreçtir.“
- Adalet Bakanlığı yapılan yanlışları gizlemek istiyor: „Adalet Bakanlığı tarafından bana gönderilen yazıda, bu konuda gizliliği ihlâl etmemem gerektiği söyleniyor. Burada 1985 yılında BM Yargı Bağımsızlığı Temel İlkeleri var. Bu temel ilkeler ne diyor? Ben istersem bu gizlilik ortadan kalkar, bu bana bağlıdır. Adalet Bakanlığı’nın bu söylemi yaptıkları yanlışların gizlenmesi ve kamuoyunun gözünden uzaklaştırılması için bir çabadır ve hukuki dayanaktan yoksundur. Adalet Bakanlığı kendi yaptığı hukuksuzlukları gizlemek için, evrensel kuralları görmezden geliyor.“
- Adalet Bakanlığı yargıya el uzatmıştır: „Aldığım yazıda şu tarih, şu saatte şu kişiyle görüşmede, telefon konuşmada, şu kişiye gönderdiğiniz mesajın içeriğinde gibi şeyler yazıyor. Türk yargısı askeri ve ara rejimlerde böyle bir uygulamaya muhatap olmadı. Bugün geldiğimiz noktada Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu yargıya el uzatmıştır.“
- Hukuk amaçlara göre istendiği şekle sokulmakta: „Ben ayrıcalıklı bir insan değilim, her türlü işleme açık bir insanım. Hakkımda yasal çerçevede, yasal prosedür ne gerektiriyorsa, ama yetkili ama görevli şekilde, yapılacak her işlemde her zaman oradayım. Ancak hukuk devletinin kuralları gözetilmek zorundadır. Bugün hukuk kuralları herkesin bakışına göre ayaklara alınmakta, amaçlara göre istendiği şekle sokulmaktadır. Bu hukukun üstünlüğü değildir, bu üstünlerin hukukudur. Bu YARSAV’ın hukuku değildir, çünkü YARSAV’ın hukuku, hukukun üstünlüğüdür. YARSAV, herşeyin hukuk yoluyla çözüleceğine inanmaktadır. Ancak Türkiye’nin geldiği bu nokta kaygı yaratmaktadır.“
- Süreç askerlik haberleriyle başladı: „Hepinizin bildiği gibi süreç önce benimle ilgili askerlik haberleriyle başladı. Ancak her nedense hiç kimse gelip askerlikle ilgili sağlık raporlarını görmek gereği duymadı. Bu sürede Adalet Bakanı konuyu incelettirdiğini önce açıkladı, sonra bu konunun Milli Savunma Bakanlığı’nda olduğunu söyledi. Milli Savunma Bakanlığı daha sonra açıklama yaptı. Ben Bilgi Edinme Yasası kapsamında Adalet Bakanlığı’na 6 soru yönelttim. Bana 5 sorunun yanıtını verdiler. Hakkımda bir soruşturma ve inceleme olup olmadığı sorusuna cevap verilmedi.“
- 70 milyon terör şüphesi altında: „25 yargıç ve savcının dinlenmesine dair yargı kararı var. Yargı bu kadar baskı altındadır. Bundan daha iyi yargının baskı altına alındığını gösteren başka bir şey olamaz. Danıştay’a Türkiye tarihinde ilk defa görülen yargıç ve savcıların cep telefonlarının vs. dinlenmesi yönünde başvuruda bulunmuştum. Bu süreç de devam ediyor. Türkiye’de 70 milyonun izlenmesi kararı alınmıştır. Bunun hukuki olarak tek bir anlamı vardır; o da 70 milyonu terör şüphesi altında görmektir. O zaman burada hukuk devleti değil, başka bir yönetim söz konusudur. Bu çağda bunlar kabul edilebilir uygulamalar mıdır? Bunlar yargısal denetimler yoluyla aşılacaktı, ancak yargısal denetime izin vermeyen yine Adalet Bakanlığı’dır.“ (Alıntı, kaynak internet haber portal)
Hulasa, bu gidişat Türkiye’nin yönünü aydınlıǧa deǧil karanlıǧa çevirmektedir. Hukuksuzluk bütün normları aşarak her fırsatta politikacıların oyuncaǧı olmaya devam etmektedir. Ülkemizde en büyük sorunu ise rüşvet, adam kayırma, devlet malından çalıp çırpma bu hükümet döneminde özal dönemini aratır olmaktadır. Kinleri ve öfkeleriyle kendilerini bileǧeleyenler Abdurrahman Yalçıkaya’nın açtıǧı kapatma davasıyla bir revanş maçına dönüşmüştür. Daha sahalarda gericilere karşı biz Kemalistler’in yapması gereken bir çok maçı vardır. Kesin amacımız bu maçlardan bundan sonra galibiyetle ayrılmak olmalıdır. Hep birlikte ayaǧa kalkmanın ve zehirli kanı damarlarımızdan temizlemenin zamanı gelmiştir.
Saygılar, hasan hüseyin arslan, 17.04.2009, gece 10: 12:30 arası F. am Main/ Almanya.