2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
791
Okunma

DENGE
Her göreve gelen iktidarlar elbet teknolojik ve uygarlık adına programında bazı yeniliklerle gelecektir. Bu zaten; seçilme ve iktidara gelme ya da getirilme sebebidir… Görevinin en can alıcı, en önemli sebep ve şartlarının başında gelen maddelerden biridir bu yenilik, uygarlık çabası… Onu; seçilmeden önce belirler, seçmenlerine verdiği taahhütler içinde bunlar mutlaka yer alır. Öyle olmasa zaten oy alamaz, seçmenini ikna edemez, seçilemez, iktidarın başına gelemezler.
Ancak; çok önemli olan, bir taktik var. Masa başında izafi kanaatlerle, hayali hesap ve tasarılarla hazırlanıp yasalaştırılan, yaşama sokulan, toplum dünyasına hizmet için gündeme getirilen bazı kanunlar var ki, sonradan düzeltmelerle işlerlik kazandırılıyorlar. Tüm araştırmalardan, uygulanması nasıl olacak bilinmeden, aceleye getirilen, ön uygulama, deneme uygulaması sonuçları alınmadan yaşama geçirilen bazı yasalar… Örneğin; sağlıkla ilgili son çıkarılan yasa… Başlangıçta; “Hastahanede yatıp tedavi olan tüm hastaların ilaçları devlet tarafından karşılanacak” diye, topluma duyuruldu. Açıklamanın üzerinden bir hafta geçmeden birçok hastaneden itirazlar geldi. Açıklamayı, hükümetin en yetkili ağızlarından biri, Başbakan ağzından yaptıkları halde, bazı vakıf ve özel hastaneler tüzüklerine ters bir uygulama, kuruluş amaçlarına uygun değil diyerek, karşı çıktılar. İtiraz ettiler ve kamuoyuna açıklamalarda bulundular.
Evet, bu söz konusu yasa, çıkışı kabul edilmiş haliyle yasamaya konsa, uygulansa, gerçekten tüm Türk halkına, kamuoyuna çok yararlı ve insancıl bir yasa olacak ve de tarihe geçecekti belki de…
Amma; o öyle olmuyor işte… Uygulanabilmesi olanaksız, imkansız olan bir yasayı inatla çıkarıp, “ Ben yaptım oldu, ya da olacak “ denmesi, yeterli olmuyor demek… Onun için yasalaşmadan, hayata geçirmeden önce iyi araştırılıp, uygulanacak kurum ve kuruluşların görüşü ve de olasılığı öğrenilseydi, daha uygun olmaz mıydı?!
Şimdi nasıl olacak ?! Yasayı uygulamak istemeyen hastanelere nasıl yaptırım uygulanacak? Kamuoyu tam olarak yasa çerçevesi içindeki haklarından yararlana-bilecek mi? Yasa uygulanacak mı? Uygulanabilecek mi? Yalnız o yasanın uygulanması değil, yasa uygulanmaya başlansa bile, bir başka olumsuz yönüne de dikkatinizi çekmek isterim…
Farz edelim ki yasa, hastalara uygulanmaya başlandı… Siz sanıyor musunuz ki, yasa noktası noktasına sıradan her hastaya uygulanacak? Ben, o konuda kuşku-luyum. Hastanede çalışanların hastalarına ayrıcalıklı olarak uygulanacak… genelde onların hastaları faydalandırılacak, sıradan dar gelirli, kimsesiz ve sahipsiz insanlar ise, yine çeşitli bahaneler, sudan sebepler uydurulup sınırlı şekilde faydalandırılacak ya da hiç faydalandırılmayacak…
Hiç saklamayalım ve inkar etmeyelim… İnsanlarımız arasında; kim ne derse desin, bir sınıf ayırımı, bir gelir ayırımı var. Bir de aradan fes kapıp yararlanmak isteyen, aslında haddini bilmeyen, ama kendince açık göz geçinen, belirli kişilerden oluşan bir başka sınıf daha var. Bu inkar edilemez bir gerçek. Yoksul insanların çoğunlukta olduğu, nüfusun % 70-80 nine yakını yoksulluk, açlık sınırında ya da o sınırın altında olan halkımızın bu yasadan tam hakkıyla yararlanmasını temenni eder ve umutla dilerim.
Gönül ister ki, be n yanılmış olayım… Bu endişelerim boşa çıksın. Keşke… Ah, keşke yanılsam! Fakat; yıllar yılı buna benzer şeyleri yaşayıp geldik. Tahminlerimiz artık bizleri, pek yanıltmıyor. Ondan endişeliyim. Ama bizim bir güzel tarafımız vardır. Önce yasayı kendimize uyarlamaya çalışırız. Onun savaşını yaparız. Yok olmuyorsa, ondan sonra da hiç itiraz etmemiş gibi kendimiz yasaya uymaya, uyum sağlamaya yarış ederiz. Sanırım bu bizim milletçe ortak olduğumuz, milli bir yanımız. Daha doğrusu, ulus olarak genlerimizde var olan, ortak bir özelliğimiz.
Aslında; yürürlüğe konan yasalara uyum sağlamak, itiraz etmeden tarafgir olmak, uygar olmanın ölçüsü olmalı. Amma; o zaman da, uygar olmadığımız anlaşılır. En uyumlu yaklaşım ise, yeterli bir eğitim düzeyi eşitliğinin verilmemiş olduğunu kabul etmek. Sanırım, bu sav daha yerinde bir tespit olsa gerek… Fakat bunun da, nasıl olacağını merak ediyorum. Baksanıza, hiç başka sorunumuz yokmuş gibi yıllardır, bir başörtüsü sorunuyla(Türban) yatıp, kalkar olduk…
Öte yandan; Atatürk’ün asıl istemediği, karşı çıktığı ve de ulusa verdiği manevi zararından korktuğu, KARA ÇARŞAF giysiden hiç söz eden yok… Dikkate alan kimse yok. Asıl sorunumuz o olmalı… İşin dini yönünü bırakın, ben işin o tarafına söz etmiyorum. Herkes özgür bir ortamda yaşıyorsa eğer, giysisinden ve yaşantısından da kendi sorumlu. Kişi olarak beni ilgilendirmez. İşin ulusal ve siyasi boyutu var tüm ulusumuzu ve hepimizi ilgilendiren. Onu gözden kaçırmamamız gereklidir. Kurtuluş savaşı sırasında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, o kara çarşaflar altında, ne casus erkekler yakalatmış Atatürk… Rahmetli babam anlatırdı. Onun içinde gizlenen kişinin ne olduğu belli olmuyor çünkü… Kadın mıdır, erkek midir, casus mu, terörist midir bilinmiyor. Anlaşılmıyor. Asıl üzerine gidilmesi, önlenecekse önlenmesi gerekenler, o kara çarşaflı giyecek kullanan kişiler olmalıdır. Çünkü içindekinin ne olduğu seçilemi-yor… Hatta, büyüklerimizin anlattığına göre; Cumhuriyetin ilk yıllarında, kıyafet yasa-sı çıktıktan sonra polislerimizin, bu tür giysileri engelleme, müdahale etme yetkileri de varmış. Ama sonraları; bu yetki polislerin ellerinden alınınca, öylesi giysilere müdaha-le etmez olmuşlar.
Hiç değilse Türbanda; içindekinin, kadının yüzü açıkça görülüyor. İçindekinin ne olduğu belli… Oysa kara çarşaflı giysilerde, o da belli değil. Onun için; türbandan önce kara çarşafın laikliğe aykırılığı tartışılıp, bir sonuca bağlanması, laiklik yasala-rına uyarlanması lazım. Öyle gülünç duruma düşüyoruz ki; bir trafik kazası olmuş farz edin. Ortada ağır yaralı varken, ambulans görevlilerinin hafif yaralı kişileri alıp, ağır yaralıyı kaza mahallinde bırakıp, hastaneye dönmesi olayına benziyor bu olay…
Bir de; başörtüsü ile türban ve kara çarşaflı, birbirine karıştırılıyor. Başörtüsü başka şey, diğerleri başka şey.Tarihimiz boyunca ninelerimiz, annelerimiz, tüm kadınlarımızın, Anadolu kadınının çene altından iki ucunu geçirip bağladığı bir baş örtüsü bağlama şekli ve biçimi Türk Ulusu’nda gelenek ve anane, görenek haline gelmiştir.
Ve; Kurtuluş Savaşı’nda, erkeğinin yanında, eşinin evladının yanında yer alıp, omuz omuza düşmanla savaşan, o Anadolu kadınlarıdır… Analarımız, bacılarımız, ninelerimizdir. İnanan Türk kadınlarıdır…
Bugün, onun başörtüsünün ulu orta tartışılır hale getirilmesi hem ahde vefasız-lık, hem de gelenek ve göreneklerimize sahip çıkmamak, saygısızlık yapmaktır. Lütfen bırakın artık, şu başörtüsü meselesini… Çok uzattınız. Bu ulusun ondan çok daha önemli bir sürü, çözüm bekleyen sorunları var. Biraz da, onları çözmeye zaman ayırın. Geçmişimizi sorgulamak ayıp oluyor… Bize yakışmıyor.
03.02.2008
Suat TUTAK