2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
754
Okunma
5 Ekim 1992 Yılında, İlkokul Öğretmenliğinden emekli olmuş bir Öğretmenim. Adıma kayıtlı hiç bir mal varlığına -zati eşyalar dışında- sahip değilim. Dört çocuk babasıyım. Bulunca oh, kaybedince vah dediğim hiç bir şeye sahip olamadım, avantaya konamadım yaşamım boyunca. Çalıyı hep tersinden sürüklemek durumunda kaldım. Köyümüzde ilkokul olmadığı için, dokuz yaşımdan bu yana dışarıda yaşamak zorunda kaldım. Ogünden bu yana baba ocağına konuk olarak döner oldum.Ayrılıklar sonucu yeni kuşak beni, ben onları tanıyamaz olduk. Şimdi gitsem aşağı yukarı hiç kimse tanıyamaz, ben de onları. Bir sabah daha yerimden kalkmamışken, duyduğum seslerden rahatsız olup korıdora çıktığımda gördüğüm kişileri annemee, kim bu adamlar, ne işleri var sabah sabah, diye çıkıştığımda annem gülerek,onlar adam değil, yeğenlerin, diye espri yapmıştı. Kız kardeşimin oğulları koskoca delikanlı olmuşlardı. birbirimizi görmediğimiz için tanımıyorduk. Şaşırmış kalmıştım. Daha sonra kızkardeşlerimi her açıdan üçe beşe katlayan kızlarını gördükçe küçük dilimi yuttum sandım.
Güneş, yine aynı yerden doğuyor, aynı çizgiyi izleyerek aynı noktada kayboluyordu ve yaşam devam ediyordu. Fireler de veriliyordu bu arada, göremediklerimi sorduğumda ölüm haberlerini aldıkça içim burkuluyordu. Ben de yaşlandıkça o noktaya yaklaştığımı düşünüyor oluyordum- sanki şimdi değil de-.
Beni, emsallerime göre farklı gören köy kodamanları, " bu çocuk, bir köyü bir eşşeğe ters yükler, gırandan aşırır", " detcal mı arıyorsunuz? aha bu çocuk!", gibi iltifatlara boğarak övüyorlardı, sözüm onlara. Keşke hepsi sağ olsalardı. Para versen üste, söyletemeyeceğin sözleri vardır kalınkaburgalı köylünün. Radyo ile erken yaşta tanışmam,