5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3954
Okunma

“Kuşlarını salmıştır çatılar/Ve hasatçı bir gökyüzü ki/Eğilip üstüne düşecek kadar/ Taştan ağzıyla öpmüştür seni/Kan revan içinde alnaçlar/”
Mardin; Mezopotamyacın belleği, uygarlıkların aynası, tanrıçaların müjdelenmiş inadı.
Mardin’i seviyorum, gördükten sonra sevecek her kes gibi. Ayrıca Mardin’i sevmek için tarihi ve güncel sebepleri çok oluyor insanın. Mardin’i seviyorum çünkü Mardin’de uygarlık hâlâ taş ve toprak kokuyor. Antik düşünürlerin kosmopolitik rüyası gibidir. Taş sokaklarına, mimarisine işlenmiş bu uluslar-üstü kültürü benimsemek ruhları kalıplarını kırmaya zorluyor.
Taş sokaklara doymak imkânsız. Bu yönüyle Mardin denilince, uygarlığın taşla en somut ilişkisi geliyor aklıma. Bu güzelim taş kent insanın taşla ilişkisinin en estetik örneklerinden biridir.
Marde’larca var olduktan beri tanık olduğu uygarlıkları özümseyerek ortak bir kültürel üst kimlik oluşturdu:”Mardin”(mêrdîn), veya Mardinlilik.
Ota doğudaki büyük kargaşalara rağmen bu çatı kimliğin etnik ve inanç guruplarında yarattığı hoşgörü ve “öteki”nin farklılıklarını benimsemek hep güçlü olmuştur. Özellikle dini radikalizm Mardin’de köklü bir biçim bulmamıştır. Zaten köktencilik Mardin’in özüne aykırıdır.
Mardin’de herkes biraz “öteki”dir. Manişeizm’in kurucusu Mani gibi kişiliklerin bu güzel kültür kentinden çıkmış olması rastlantı değildir.
Sonuçta Mardin’i seviyorum, çünkü Süryani ile Müslüman muhabbetlerini seviyorum.
Çünkü Mardin deyrulzafarandır, babussur’dur, dara harabeleridir ve taş köprülerdir.
Mardin’i bu açıdan sevenler için kısa bir paylaşım notu…
Sevgiler.